13 Şubat 2017 Pazartesi




İNCİ DEYİP GEÇMEYİN. İNCİNİN TARİHİ, SAVAŞLAR VE KEŞİFLERİN DE TARİHİDİR.




İnci Avcıları Operası - Bizet

İnci kadar hikayesi olan, adına besteler yapılan ve dünyada çok bilinen  başka mücevher var mıdır bilmiyorum. Acı ve hüzünle yazılan bir tarihi vardır incinin; zengin ve soylu kadınların gerdanlarını, kulaklarını süslemek için derin sulara ölümüne dalış yapan inci avcılarının acı dolu hikayeleriyle birlikte anılan. İnci avcısı olmasa, sadece istiridyenin içinde saklı ve sedeflenmiş bir kum tanesi olarak kalacakken, avcı inciyi çıkarıp değerli kılar. Tıpkı içimizde saklı olan ama farkına varmadığımız yeteneklerimizin bir gün biri tarafından veya bir vesile ile ortaya çıkarılması gibi. İnci benim için saklı, gizli olanın ortaya çıkarılması anlamını taşır. Kim bilir, belki de Haiku'nun, "Toba' da yağmur yağıyor" da; "İncilere Tanrı' nın gözyaşları denir," diye yazmasının ve inciye kutsiyet addetmesinin nedeni de budur; Tanrı' nın gözyaşlarını görünür kılmak için.

İnsanlarda varolan inci sevgisi, gerçek bir inciye sahip olma isteği incilerin kendi mitolojilerinin unutulmamasından kaynaklanıyor olabilir. Zira Ondokuzuncu yüzyıl sonlarında Fransız doğabilimci Raphael Dubois'nin söylediğine göre insanların inci sevgisi oluşum konusunda bir şey bilmemekten doğmuştur. Bilim adamı, "En güzel bir inci bile minik bir canlının lahdidir." demiştir çünkü. 

İNCİ OLUŞUMU

Kabukların içine giren kum tanesi hikayesini inciler hakkında romantik bir şeyler söylemek isteyen kuyumcular anlatmış olabilir ama gerçekten de midye ya da istiridyeler içinde inci oluşumu minik bir parazitin kabukların içine girerek ölmesiyle başlar. Nehir midyelerinde bu süreç genelde parazitin kabuklardaki bir çatlaktan ve midyenin etiyle beslenmek için girmesiyle başlamaktadır. Midye bunun farkına vararak ondan kurtulmaya çalışır, parazit ise paniğe kapılır ve ileri geri harekete başlar. Parazit yorulunca midye onun tahrişinden kurtulmak için üzerini sedefle kaplamaya başlar ve ölene kadar devam eder buna. 

SEZAR'IN İNGİLİZ İNCİLERİ

Günümüzde dünyanın en iyi incileri Güney Pasifik, Çin, Kuzey ve Güney Amerika ve Avustralya' dan gelirken, bir zamanlar İngiltere' de önemli bir inci endüstrisinin olduğunu düşünmek garip gelebilir insana. Fakat İskoçya' nın pembe incileri, Cumbria' da Ennerdale siyah incileri ve İrlanda' nın beyaz incileri yüzyıllar boyunca tüm Avrupa' ya satılmıştır. Çok güzel inciler insanları savaşa bile sürüklemiştir.

Sezar'ın inci tutkusu olmasaydı, belki de İngiltere Romalılarca alınmazdı. Çünkü Sezar, Avrupa' daki en güzel nehir incilerine sahipti ve inci stoklarını garanti altına almak istiyordu. 

Sezar'ın emrine göre Roma' da sadece aristokratlar inci takabilir ve onlara uygun pembe togayı (erkeklerin resmi yerlere giderken sarındığı beyaz ve dikişsiz kumaş) sadece Sezar giyebilirdi. İnciler aşk tanrıçası Venüs'le ilgiliydi ve Sezar için önemli bir sohbet konusuydu. İnciler Romalı kızların en iyi dostuydu ve Sezar metreslerine hep inci verirdi. İki bin yıl önce bir tek inciye bile çok az insan sahip olabilirdi ve bir inci kolye sahibi olabilmek çok büyük zenginlik belirtisiydi. 

İNCİLİ KRALLAR VE KRALİÇELER

Kristof Kolomb'un batıya yapacağı deniz yolculuğuna dikkat çekmeye çalıştığı dönemde Basra Körfezi incileri Avrupa ve Asya' da en değerli taşlar arasındaydı. İspanya Kralı Ferdinand ve Kraliçe İsabella da onun 1492'deki bu riskli deniz yolculuğunu değerli inciler ve mücevherler hayal ederek desteklemişlerdi. Bir menkıbeye göre İsabella, karşılığını fazlasıyla alacağını düşünerek, bu seyahati desteklemek için mücevherlerini rehine koymuştu. 

Kolomb Yeni Dünya' da aradığını ancak 1498' de yaptığı üçüncü seyahatte buldu. O zaman yazdığı anılarına göre, Venezuella kıyılarındaki köylerde herkes inci kolye takıyordu. Ancak o bunları Ferdinand ve İsabella' ya gönderdiği raporlara yazmadı. Kral ve Kraliçe Seville' deki casuslarından incileri öğrenince çok kızdılar ve Kolomb 1500' de İspanya' ya zincirli olarak döndü.

Ondan sonra Avrupa'da İnci Çağı başladı. Çuvallar dolusu inciler İspanya' ya gemilerle gönderildi ve İspanyol Kraliyet Ailesi Avrupa saraylarında kıskanılır oldu. Kraliçe Elizabeth I kendisine bağlı İngiliz korsan kaptanlar John Hawkins ve Francis Drake'e emir vererek İspanyol gemileriyle gelen Amerikan incilerini her fırsatta ele geçirmelerini söyledi.

Ama İspanyol Philip II tarafından ablası Mary Tudor'a nişan hediyesi olarak verilen inci kadar güzel bir inciyi asla bulamadı. İspanyollar o inciye hacı ya da seyyah anlamına gelen La Peregrina adını vermişlerdi--hikayeye göre bu inciyi Panama' da bir köle bulmuş ve bu sayede özgürlüğünü kazanmıştı. Mükemmel bir damla şeklinde olan incinin ağırlığı on gramdı ve bir süre için İngiliz sarayının harikası oldu. Mary ölünce Philip ona hediye ettiği inciyi geri istedi ve bu inci daha sonraki yüzyıllarda, değişik zamanlarda İspanya'da Joseph Bonaparte'ın, Fransa'da Prens Louis Naleon'un oldu ve Abercom Markisi 1837'de onu karısı için satın aldı. Markiz bir kez Windsor Şatosunda bir divanda otururken, bir kez de bir baloda kaybetti onu ama her seferinde bularak ona geri verdiler. 1969'da aktör Richard Burton bu inciyi Sotheby's açık artırmasında 37.000 dolara satın alarak karısı Elizabeth Taylor'a verdi. Bir gün bir Las Vegas otel odasında  Taylor'un Pekin köpeği inciyi ağzına alarak biraz çiğnedi ama Taylor Burton'a inciye bir şey olmadığını söyledi.



Fotoğraf, (Elizabeth Taylor'un İncisi), milliyet.com.tr


Elizabeth Taylor'un ölümünden sonra mücevherleri açık artırmayla satışa sunuldu. Onların arasında en meşhuru "La Peregrina" incisi 11.8 milyon dolarlık (22 milyon TL) rekor fiyata satıldı. (milliyet.com.tr)

İNCİ HAKKINDA AZ BİLİNENLER

--İnci yapan nehirler somon balığı da üretir ve bu bir rastlantı değildir. Somon ve midye birbirine muhtaçtır ve nehirde ikisi varsa yaşayabilirler. Somon midyenin dadısı ya da belki de şoförüdür. Çiftleşmeden sonra her dişi midye yaklaşık iki yüz yumurta üretir ki bunlar ancak oradan geçen bir somonun solungaçlarına yapışabilirse yaşarlar. Yavrular bütün kış balığın üstünde kalır, baharda ayrılır, minik midyeler olurlar ve nehrin başka bir bölgesinde yerleşirler. Midyeler somonların kendilerini korumalarına karşılık olarak onlar için temizlik yapar ya da gıda maddesi sağlarlar.

--İnciler insanlar tarafından kullanılmaz ve kasada tutulurlarsa ne yazık ki kurur ve sarılaşırlar. Ama insan tenine değerlerse parıltılarını yansıtırlar. 

--En ucuz inciler "barok" denen pürüzlü incilerdi ki bunların oluşumunda sanki üzeri sedefle kaplanan çekirdek oluşumdan önce çok hareket etmiş gibidir. Fakat bazen de İskoç midye incilerinde olduğu gibi en değerli inciler en çirkin olanlardır, özellikle de hafifçe insan şekline benzedikleri zaman.

--Barok sözcüğünden bir başka anlam daha türedi. Avrupa'da on yedinci yüzyılda yeni ve coşkulu bir mimari tarzı doğdu ve birkaç yıl sonra bunu eleştirenler alay edercesine "barok" adını verdiler bu tarza. Onlara göre bu mimarı tarzı çirkin inciler gibi berbat bir şeydi. Fakat bu sözcük tuttu ve hatta olumlu bir anlam kazandı.

--Japon Mikimoto 1893'te ilk kültür yarı-incisini buldu fakat çekirdeği istiridye içinde nereye koyarsa daha iyi sonuç alacağını bilemiyordu. 1905'te yeni bir kızıl gelgit olayı yaşandı ve istiridyelerin hepsi öldü. Mikimoto ölen istiridyelerin hepsini açtı ve beş tane yuvarlak inci buldu. Not defterine, "İstiridyelerin ölmesi bir felaket ama bu olay bana çekirdeği nereye koymam gerektiğini öğretti," diye yazdı. Sonunda kültür incisi üretmenin sırrını öğrenmişti. Birkaç yıl sonra istiridyelerinden binlerce ve daha sonra milyonlarca inci almaya başladı Mikimoto.

--Dünya İnci Kralı olarak anılan Mikimoto, sadece insan eliyle inci üretmemiş, onları satın alacak bir kitle de oluşturmuştur. Mikimoto tüm teknolojik gelişmelere karşın incilerin eski mistik durumlarını muhafaza etmelerini, Jül Sezar zamanındaki gibi doğal kalmalarını sağlamıştır.

--Vejetaryenler inci takmamalı.






Kaynak: Victoria Finlay - Mücevherlerin Gizli Tarihi'nden (s:93-130) derlendi. Pegasus Yayınları, 1. Baskı: Kasım 2006






   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder