OSMANLI DEVLETİ' NİN GELECEĞİNDE ROL OYNAYAN BİR DAĞ:
MİRE DAĞI
Meteoroloji sürekli uyarıyordu; "hafta sonu yoğun kar yağışı olacak" diye. Uyarıyı dikkate alıp hafta sonunu sıcak evimde mi geçirseydim, yoksa Mire Dağı' na yapılacak olan kış tırmanışına mı katılsaydım? Ruhta sergüzeştlik olunca soğuk, kar, yağmur, tipi dinlemez insan. Dağa gitmeye karar verdim. Benim için yeni yılın ilk tırmanışı olacaktı ve Mire Dağı iyi bir başlangıçtı. Bu dağ ki, Osmanlı Devleti'nin kaderini değiştirmişti. Biliyordum ki dağa tırmanmak, zirve yapmak sadece bir spor değildir. İnsanın düşüncelerinde, zihninde değişime de neden olmaktadır. Tabii bu benim görüşüm, tecrübe ettiğim. İşte bu düşüncelerle, sabah ezanı okunmadan kalktım ve hazırlandım. Dışarı çıktığımda her yer bembeyazdı ve kar sessizliği hakimdi sokağa. Hava hala aydınlanmamıştı.
Yoğun kar yağışı altında yaptığımız yolculuk sonrası, tırmanışa başlayacağımız Ankara' nın Çubuk İlçesi' ne bağlı Sancar Köyü' ne vardık. Hazırlıklarımızı tamamladıktan sonra dağ yolunda ilerlemeye başladık. Tırmanışla ilgili hissettiklerimi, yaşadıklarımı yazmadan önce Mire Dağı' nın tarihi önemini anlatmalıyım. Yani biraz tarih..
Mire Dağı, Ankara' ya 32 kilometre, Çubuk İlçesine ise 13 kilometre uzaklıkta, Çubuk İlçesi'nin batısında yer alan en yüksek tepedir. 1610 metre yükseklikte olup dağcılık, trekking ve yamaç paraşütü tutkunları için harika bir yerdir. D.H.M.İ. tarafından 2006 yılında bu zirveye yapılan havacılık radar tesisleri ve ışıklandırması sayesinde artık geceleri de Mire zirvesini Kazan, Çubuk, Akyurt, Pursaklar' dan rahatlıkla seyretmek mümkündür.
Ankara hem Osmanlı Devleti' nin hem de yeni kurulan genç Türkiye Cumhuriyeti' nin geleceğinde önemli rol oynamış bir bozkır kentidir. Tabii 15. yüzyılda küçücük bir köydü. Cümhuriyet'in kuruluşuyla birlikte Ankara' nın ve ülkenin makus talihi de değişti. Ankara, 1402 yılının 28 Temmuz'unda Anadolu Birliğini yeni yeni sağlamaya çalışan bir devletin, Osmanlı Devleti'nin geleceğinde oynayacağı rolden habersiz küçük bir köyken Mire Dağı' nın büyük bir yenilgiyle anılacağını bilmiyordu. Evet "Ankara Savaşı" ndan bahsediyorum. Timur' la Yıldırım Beyazıt' ı karşı karşıya getiren savaştan.
Osman Gazi tarafından kurulan beylik, 14. yy boyunca temellerini sağlamlaştırdı ve bu yüzyıl boyunca hem Doğuya hem de Batı' ya doğru genişledi. Böylece askeri ve siyasi gücünü ispatladı. Aynı dönemde Osmanoğulları, Anadolu ve Balkanlarda gücünü artırırken, daha doğuda, Maveraünnehir'de bir başka Türk devleti gücüne güç katmaktaydı. Timur isimli büyük komutan ve devlet adamının önderliğindeki devlet güçlenerek büyüyor, aynı Osmanlılar gibi gün geçtikçe kontrolü altındaki alanı genişletiyordu.
Hint seferinden sonra tekrar Batıya dönen Timur, Osmanlı sınırlarına dayanmıştı. 1400 yılından itibaren de Timur, Osmanlı sınırları içinde yer alan yerleri şiddet kullanarak işgal etti ve Osmanlı ile sürtüşme başladı. I.Beyazıt ile Timur arasında önce nazik ve saygılı ifadelerle yazılan karşılıklı mektuplar, daha sonra hakaret ve tehditlerle dolu mektuplaşmaya dönüştü ve sonuçta Timur ve I. Beyazıt'ın orduları Ankara' nın Çubuk Ovası'nda karşı karşıya geldiler. I. Beyazıt(Yıldırım) ordugahını Melikşah köyünde kurmuş, Timur ise Saray köyünün yakınlarında ordugahını kurmuştu. (Hatta, o zamanlar Timur'un su kaynaklarına hakim olduğu ve Orduy-yi Hümayun'un su sorunu çektiği bildirilir.)
Timur ordusunda süvariler fazlaydı ve oldukça süratli ve hareketli kuvvetlere sahipti. Ayrıca, Timur 32 adet savaş filine sahipti. Fillerin nazik kısımları zırhlarla örtülü idi. Bu kuleli ve son derece süslü koşumları olan fillerin üzerinden ok ve ateşler atıldığı da aktarılmıştır. Filler üzerinden nasıl ateş açıldığı konusu net değildir. Kimi kaynaklar ateş toplarından kimileri ise patlayan kumbaralardan bahseder. Okçular ve ateş topları veyahut 'Rum Ateşi' adı verilen silahlarla donatılmış bu fillerle Osmanlı ordusundaki piyadeleri ezmek ve süvarilerin atlarını ateşle korkutmak hedeflenmişti. Fil görmemiş Osmanlı atları müthiş ürkmüştü.Timur ordusunda fillere önem vermiş bir komutandı. Savaş alanında fil kullanmanın tüm zorluklarına rağmen Anadolu' ya kadar bunları getirmişti. (1)
İşte Timur'un ordusunda önemli bir işlevi olan bu 32 fil, bir rivayete göre Ankara Savaşı öncesinde Mire Dağı'nda saklanmış. Mire Dağı'nın zirvesine doğru yükseldikçe benim de aklıma bu filler geldi gelmesine de; bunu bastıran ve gülümsememe neden olan Nasreddin Hoca ve Timur'un Filleri fıkrasıydı. Yer yer 70 cm' ye ulaşan karda yürümek, deveye hendek atlatmaktan daha zor olsa da, yine de fıkrayı hatırlayıp gülümsememi engellemedi. :)
Ankara Savaşı(28 Temmuz 1402), Yıldırım Beyazıt'ın yenilgisiyle sonuçlandı. Tarihçilere göre bu yenilgide Yıldırım Beyazıt'a ihanet ederek Timur'un ordusuna katılan 'Kara Tatarların' etkisi büyüktü. Bence, fillerin ordu üstünde yarattığı panik yabana atılmamalı; çünkü dişleri sökülerek, dişlerinin yerine takılan kılıçlarla savaş meydanına sürülen bu filler, savaş anında önüne gelen her şeyi yıkıp geçiyor, eziyor ve adeta bir savaş makinesi gibi etrafa ölüm saçıyormuş.
Gelelim yazımın başlığına. Neden bu başlığı seçtim? "Türk tarihinin en acı savaşlarından birini oluşturan Ankara Meydan Muharebesi sonucunda, büyük emeklerle kurulmaya çalışılan Anadolu Türk Birliği dağıldı, rakip beylikler tekrar ortaya çıktı. Osmanlı'da taht kavgası başladı ve Osmanlı otoritesi zayıfladı. Fakat Osmanlı, Yıldırım' ın babası padişah I. Murad'tan beri meydana getirdiği sağlam kurumlar dolayısıyla, atılan sağlam temeller, Şehzade Süleyman ve Vezir Çandarlızade' nin savaştan kurtarmayı başardığı seçkin askeri birlikler sayesinde yıkılmamış, kısa bir toparlanma sürecinin ardından daha güçlü olarak, o zamana dek görülmemiş parlak bir döneme girmişti. Ankara'da muharebe alanından galip ayrılan Timur ise tekrar doğuya dönmüş Çin üzerine yürümüştür. 1405' te o da hayatını kaybetmiş ve kendisinden sonra kurduğu devleti kısa sürede parçalanmış ve yıkılmıştır." (2)
Ben bunları düşünerek dizboyu karda yürümeye çalışıyordum. Düşe kalka, bazen bir ayağım kara batarken diğer ayağım, sertleşmiş olduğundan batmayan kar yüzeyinde kalıyordu ve bu anlarda kendimi topal ördek gibi hissediyordum. :) Normal koşullarda orta zorlukta olan parkur kış şartlarında neredeyse geçit vermemek için direniyordu. Ama biliyordum ki, sınırları (limiti) koyan zihnimizdir. İnandığımız sürece her şeyi yapabiliriz. Bu güvenle zirveye vardım. Her yere hakim zirveden gördüğüm panaromik görüntü tüm yorguluğuma değmişti. Sis bastırmadan önce doya doya seyrettim çevreyi. Radar üssünde kısa bir moladan sonra inişe geçtik. İniş daha da zordu. En zoru ise çantamdaki suyun donmasıydı. Çünkü donan suyu içemedim. Nemlenen saç tellerim dahi dondu. Dağda sürprizlere şaşırmamak gerek. Susuzluğumu unutturan sürpriz ise bir kez görünüp kaybolan tavşan oldu. Tavşancık çok hızlı olduğundan kimse fotoğrafını çekemedi.
Dönüş yolunda kah dere kıyısına indik, kah yukarıya tırmandık. Artık o kadar yorulmuştum ki, yürürken dengemi sağlamakta zorlanıyordum. Kar üstünde yalpalaya yalpalaya 12 kilometrelik parkuru tamamladım. Yorucu ama bir o kadar da bilgilendirici, tarihe yolculuk yaptığım ender yürüyüşlerimden biri olarak kazındı hafızama Mire Dağı.
Aracımızın beklediği Yılmazköy'e vardığımızda, misafirperver köylülerin konukevinde bizim için hazırladığı çay ve kahveleri içtik, ısındık ve köylülerle sohbet ettik. Böyle sıcak, içten sohbetleri özlemişim meğer bu iki yüzlü dünyada. Köyden ayrılırken köy muhtarının söylediği "Bizi unutmayın. Yılmazköyü hatırlayın." sözleri kulaklarımda aracın sıcaklığına ve yorgunluğa yenik düşerek dönüş yolunda uykuya daldım. Uyandığımda, "Baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş" diyen Baki' yi hatırladım...
Not: Bir rivayete göre, başkent Ankara' da bulunan ve başkentimizi dünyaya bağlayan havaalanının ve Çubuk ilçesinin bir mahallesinin adı olan "Esenboğa" adı o bölgeye karargahını kuran Timur'un Moğol komutanı İsen Buga' dan gelmektedir. İsen Buga' nın fil ordusunun komutanı olduğu da söylenmektedir. Türkçede "Huzurlu Boğa" anlamına gelen İsen Tuga' nın söylenişi zamanla değişerek Esen Boğa olmuştur.
Mire Dağı, Ankara' ya 32 kilometre, Çubuk İlçesine ise 13 kilometre uzaklıkta, Çubuk İlçesi'nin batısında yer alan en yüksek tepedir. 1610 metre yükseklikte olup dağcılık, trekking ve yamaç paraşütü tutkunları için harika bir yerdir. D.H.M.İ. tarafından 2006 yılında bu zirveye yapılan havacılık radar tesisleri ve ışıklandırması sayesinde artık geceleri de Mire zirvesini Kazan, Çubuk, Akyurt, Pursaklar' dan rahatlıkla seyretmek mümkündür.
Sisler arasında radar üssü.
Ankara hem Osmanlı Devleti' nin hem de yeni kurulan genç Türkiye Cumhuriyeti' nin geleceğinde önemli rol oynamış bir bozkır kentidir. Tabii 15. yüzyılda küçücük bir köydü. Cümhuriyet'in kuruluşuyla birlikte Ankara' nın ve ülkenin makus talihi de değişti. Ankara, 1402 yılının 28 Temmuz'unda Anadolu Birliğini yeni yeni sağlamaya çalışan bir devletin, Osmanlı Devleti'nin geleceğinde oynayacağı rolden habersiz küçük bir köyken Mire Dağı' nın büyük bir yenilgiyle anılacağını bilmiyordu. Evet "Ankara Savaşı" ndan bahsediyorum. Timur' la Yıldırım Beyazıt' ı karşı karşıya getiren savaştan.
Osman Gazi tarafından kurulan beylik, 14. yy boyunca temellerini sağlamlaştırdı ve bu yüzyıl boyunca hem Doğuya hem de Batı' ya doğru genişledi. Böylece askeri ve siyasi gücünü ispatladı. Aynı dönemde Osmanoğulları, Anadolu ve Balkanlarda gücünü artırırken, daha doğuda, Maveraünnehir'de bir başka Türk devleti gücüne güç katmaktaydı. Timur isimli büyük komutan ve devlet adamının önderliğindeki devlet güçlenerek büyüyor, aynı Osmanlılar gibi gün geçtikçe kontrolü altındaki alanı genişletiyordu.
Hint seferinden sonra tekrar Batıya dönen Timur, Osmanlı sınırlarına dayanmıştı. 1400 yılından itibaren de Timur, Osmanlı sınırları içinde yer alan yerleri şiddet kullanarak işgal etti ve Osmanlı ile sürtüşme başladı. I.Beyazıt ile Timur arasında önce nazik ve saygılı ifadelerle yazılan karşılıklı mektuplar, daha sonra hakaret ve tehditlerle dolu mektuplaşmaya dönüştü ve sonuçta Timur ve I. Beyazıt'ın orduları Ankara' nın Çubuk Ovası'nda karşı karşıya geldiler. I. Beyazıt(Yıldırım) ordugahını Melikşah köyünde kurmuş, Timur ise Saray köyünün yakınlarında ordugahını kurmuştu. (Hatta, o zamanlar Timur'un su kaynaklarına hakim olduğu ve Orduy-yi Hümayun'un su sorunu çektiği bildirilir.)
Timur ordusunda süvariler fazlaydı ve oldukça süratli ve hareketli kuvvetlere sahipti. Ayrıca, Timur 32 adet savaş filine sahipti. Fillerin nazik kısımları zırhlarla örtülü idi. Bu kuleli ve son derece süslü koşumları olan fillerin üzerinden ok ve ateşler atıldığı da aktarılmıştır. Filler üzerinden nasıl ateş açıldığı konusu net değildir. Kimi kaynaklar ateş toplarından kimileri ise patlayan kumbaralardan bahseder. Okçular ve ateş topları veyahut 'Rum Ateşi' adı verilen silahlarla donatılmış bu fillerle Osmanlı ordusundaki piyadeleri ezmek ve süvarilerin atlarını ateşle korkutmak hedeflenmişti. Fil görmemiş Osmanlı atları müthiş ürkmüştü.Timur ordusunda fillere önem vermiş bir komutandı. Savaş alanında fil kullanmanın tüm zorluklarına rağmen Anadolu' ya kadar bunları getirmişti. (1)
İşte Timur'un ordusunda önemli bir işlevi olan bu 32 fil, bir rivayete göre Ankara Savaşı öncesinde Mire Dağı'nda saklanmış. Mire Dağı'nın zirvesine doğru yükseldikçe benim de aklıma bu filler geldi gelmesine de; bunu bastıran ve gülümsememe neden olan Nasreddin Hoca ve Timur'un Filleri fıkrasıydı. Yer yer 70 cm' ye ulaşan karda yürümek, deveye hendek atlatmaktan daha zor olsa da, yine de fıkrayı hatırlayıp gülümsememi engellemedi. :)
Ankara Savaşı(28 Temmuz 1402), Yıldırım Beyazıt'ın yenilgisiyle sonuçlandı. Tarihçilere göre bu yenilgide Yıldırım Beyazıt'a ihanet ederek Timur'un ordusuna katılan 'Kara Tatarların' etkisi büyüktü. Bence, fillerin ordu üstünde yarattığı panik yabana atılmamalı; çünkü dişleri sökülerek, dişlerinin yerine takılan kılıçlarla savaş meydanına sürülen bu filler, savaş anında önüne gelen her şeyi yıkıp geçiyor, eziyor ve adeta bir savaş makinesi gibi etrafa ölüm saçıyormuş.
Gelelim yazımın başlığına. Neden bu başlığı seçtim? "Türk tarihinin en acı savaşlarından birini oluşturan Ankara Meydan Muharebesi sonucunda, büyük emeklerle kurulmaya çalışılan Anadolu Türk Birliği dağıldı, rakip beylikler tekrar ortaya çıktı. Osmanlı'da taht kavgası başladı ve Osmanlı otoritesi zayıfladı. Fakat Osmanlı, Yıldırım' ın babası padişah I. Murad'tan beri meydana getirdiği sağlam kurumlar dolayısıyla, atılan sağlam temeller, Şehzade Süleyman ve Vezir Çandarlızade' nin savaştan kurtarmayı başardığı seçkin askeri birlikler sayesinde yıkılmamış, kısa bir toparlanma sürecinin ardından daha güçlü olarak, o zamana dek görülmemiş parlak bir döneme girmişti. Ankara'da muharebe alanından galip ayrılan Timur ise tekrar doğuya dönmüş Çin üzerine yürümüştür. 1405' te o da hayatını kaybetmiş ve kendisinden sonra kurduğu devleti kısa sürede parçalanmış ve yıkılmıştır." (2)
Ben bunları düşünerek dizboyu karda yürümeye çalışıyordum. Düşe kalka, bazen bir ayağım kara batarken diğer ayağım, sertleşmiş olduğundan batmayan kar yüzeyinde kalıyordu ve bu anlarda kendimi topal ördek gibi hissediyordum. :) Normal koşullarda orta zorlukta olan parkur kış şartlarında neredeyse geçit vermemek için direniyordu. Ama biliyordum ki, sınırları (limiti) koyan zihnimizdir. İnandığımız sürece her şeyi yapabiliriz. Bu güvenle zirveye vardım. Her yere hakim zirveden gördüğüm panaromik görüntü tüm yorguluğuma değmişti. Sis bastırmadan önce doya doya seyrettim çevreyi. Radar üssünde kısa bir moladan sonra inişe geçtik. İniş daha da zordu. En zoru ise çantamdaki suyun donmasıydı. Çünkü donan suyu içemedim. Nemlenen saç tellerim dahi dondu. Dağda sürprizlere şaşırmamak gerek. Susuzluğumu unutturan sürpriz ise bir kez görünüp kaybolan tavşan oldu. Tavşancık çok hızlı olduğundan kimse fotoğrafını çekemedi.
Dönüş yolunda kah dere kıyısına indik, kah yukarıya tırmandık. Artık o kadar yorulmuştum ki, yürürken dengemi sağlamakta zorlanıyordum. Kar üstünde yalpalaya yalpalaya 12 kilometrelik parkuru tamamladım. Yorucu ama bir o kadar da bilgilendirici, tarihe yolculuk yaptığım ender yürüyüşlerimden biri olarak kazındı hafızama Mire Dağı.
Aracımızın beklediği Yılmazköy'e vardığımızda, misafirperver köylülerin konukevinde bizim için hazırladığı çay ve kahveleri içtik, ısındık ve köylülerle sohbet ettik. Böyle sıcak, içten sohbetleri özlemişim meğer bu iki yüzlü dünyada. Köyden ayrılırken köy muhtarının söylediği "Bizi unutmayın. Yılmazköyü hatırlayın." sözleri kulaklarımda aracın sıcaklığına ve yorgunluğa yenik düşerek dönüş yolunda uykuya daldım. Uyandığımda, "Baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş" diyen Baki' yi hatırladım...
Not: Bir rivayete göre, başkent Ankara' da bulunan ve başkentimizi dünyaya bağlayan havaalanının ve Çubuk ilçesinin bir mahallesinin adı olan "Esenboğa" adı o bölgeye karargahını kuran Timur'un Moğol komutanı İsen Buga' dan gelmektedir. İsen Buga' nın fil ordusunun komutanı olduğu da söylenmektedir. Türkçede "Huzurlu Boğa" anlamına gelen İsen Tuga' nın söylenişi zamanla değişerek Esen Boğa olmuştur.
Kaynak: Tarihi bölüm, (1) ve (2) Abdullah Turhal' ın "academia.edu" web sitesindeki yazısından derlenmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder