13 Kasım 2015 Cuma




 NEYZEN TEVFİK
(Çılgın ve Özgür)



Sosyal Medya' da paylaşılan sözlerini, şiirlerini herkes okur paylaşır da bunlardan çok azı tanır Neyzen Tevfik' i. Çünkü hayatı hakkında çok fazla şey bilinmiyor; bilgi ve belge eksikliğinin yanı sıra özel yaşamı hakkında derli toplu araştırmalar da yok. Bir şair veya yazarı tanımak için onun kitaplarını okumak yerine, bir sözünü ya da şiirini  sosyal medyadan okumak çok daha kolay. Böylece o şairi ya da yazarı tanımış oluyoruz. Ne de olsa "devir" tasarruf devri. Zamandan tasarruf etmek gerek!!

Hıfzı Topuz, Neyzen Tevfik' in biyografisini yazdığı kitabının ön kapağında "çılgın ve özgür" diye tanımlamış onu. Kitabı okuyunca bu tanımlamanın ne kadar yerinde olduğunu anlayabiliyorsunuz. Küfürlü şiirlerini, sözlerini okurken "bu adam deli mi?" diye düşünmüşümdür çoğu kez. Bu şiir ve sözlerden hoşlandığımı söyleyemem. İlgimi çeken zil zurna sarhoşken bile sorulan sorulara verdiği akılcı cevaplardı. Bunu nasıl başarabiliyordu? Merakım ağır bastı ve Hıfzı Topuz' un kitabını alıp okudum.

Kitap şu cümlelerle başlıyor: "20. yüzyılın ilk yarısında taşlamaları, fıkraları dillerden düşmeyen, berduş kılıklı, yarı çılgın, paraya hiç metelik vermeyen bir halk sanatçısı vardı. Ona Neyzen Tevfik diyorlardı.

Kimdi bu adam? Eşsiz bir ney ustası mı, duygulu bir şair mi, dönemin bütün büyüklerine ve tabulara saldıran, yaşamı boyunca hiç kimseye ödün vermemiş olan bir çılgın mı, yoksa sıradışı, özgür bir sanatçı mı? "

Kitabı bitirdiğimde bu sorulara cevabım; hepsi oldu...

Tevfik Kolaylı, nam-ı diğer Neyzen Tevfik 1879 yılında Bodrum' da doğdu. Aslen Bafra' lı olan babası Hafız Hasan Fehmi Efendi, Bodrum Rüştiyesi' ne başöğretmen olarak atandığı için ailesiyle birlikte oraya gelip yerleşmişti.
Küçük Tevfik okula başladı. O yıllarda Tevfik' in en büyük eğlencesi Bodrum' a gelen saz şairlerini dinlemekti. Bunlar kır kahvelerinde ellerinde sazlarla köylülere geleneksel destanlar, efsaneler ve aşk öyküleri anlatıyor ve türküler söylüyorlardı.

Küçük Tevfik ilk yaz tatilinde kendisini yaşam boyu etkileyecek olan bir olaya tanık oldu:
Bir akşam babasıyla birlikte gittiği Tepecik Kahvesi denen bir kır kahvesinde kılık kıyafetleri diğerlerinden farklı olan iki kişinin üflediği neyle tanıştı, ney sesine hayran oldu. Neyzen yıllar sonra o akşamı anlatırken şöyle diyecektir: "İşte o gece Ege kıyılarının koyu renkleri içinde dinlediğim bu ses beni bugünkü derbeder, ne istediğini bilmez, bazen Eflatun kadar akıllı, bazen de tımarhaneye düşecek kadar bahtsız Neyzen Tevfik yaptı."

Neyzen 15 yaşına geldiğinde, ne annesi, ne de babası ona söz geçirebiliyorlardı. Çocuk tam bir özgürlük içinde başıboş gelişiyordu. Ve o yıl babasının tayini Urla' ya çıkınca Bodrum' a veda etmek zorunda kaldı Neyzen. İlk başlarda denizden uzak olması nedeniyle Urla' yı sevmeyen Neyzen yavaş yavaş Urla' ya alışıyordu. Ama kafasında deli rüzgarlar esiyordu, içi ürpertilerle doluydu. Tevfik' in sinirleri hiç yerinde değildi.Bazen sara nöbetleri de tutuyordu. Korkulara kapılıp bayılıyordu.

Tedavi olmak için annesiyle birlikte gittiği İstanbul' daki doktor; "Oğlum, hayatta en çok ne seversin? " diye sorduğunda, "Ney üflemeyi severim." diye cevap verdi. Doktor da ona "Sabah akşam ney üfleyeceksin, hiçbir şeyin kalmayacak. İlerde memleketin en büyük neyzeni olacaksın."dedi.

Urla' ya döndüklerinde Tevfik artık tam bir özgürlüğe ve neyine kavuşmuştu. Çünkü babası ona "Mansur" denen büyük bir boy ney satın aldı.Bir yandan da bağlama ve cura çaldı, tambura öğrendi. Bütün telli çalgıları ustalıkla kullanıyor ve mızrapla her sesi çıkarmayı beceriyordu.

Tevfik' in gittikçe garip bir delikanlı olduğunu gören ve bundan korkan babası, eşin dostun yardımıyla İzmir' de küçük bir ev satın aldı ve ailece İzmir' e göçtüler.Tevfik' in yaşamında artık yeni bir dönem başlıyordu. Fehmi Efendi, son bir umutla oğlunu yatılı olarak rüştiyeye yerleştirdiyse de okulun kalabalığından, kurallarından rahatsız olan Tevfik tekrar sara nöbetleri geçirmeye başladı. İsyankar ruhu nedeniyle çekilmez bir öğrenci oldu ve bir ay sonra okuldan kovuldu. İzmir Mevlevihanesi' ne gidip orada ney üflemeye başladı.Bir yıl geçmeden Neyzen Tevfik dergahın ünlü ney ustalarından biri oldu.

Babası Fehmi Efendi, ney üflemedeki başarısını görünce, medrese eğitimi alması için Tevfik' i İstanbul' a göndermeye karar verdi ve Tevfik, 1900 yılında 21 yaşında İstanbul' a ayak bastı. Burada Mehmet Akif' le tanıştı ve kısa sürede dost oldular. Akif ileride Neyzen' i dostlarına tanıştırırken şöyle diyecektir:

"Ben eşimi ve Neyzen' i, yani bu iki cezayı aşağı yukarı aynı tarihlerde tanıdım ve kendime yar edinmekten zevk duydum."

İstanbul' daki arkadaş grubuyla yaptıkları toplantılarda kendi aralarında konuşurlarken bazen Şair Eşref' ten (ki, hicivleriyle ünlüdür) şiirler okuyor, bazen Jön Türkler' in lideri Ahmet Rıza Bey' den, bazen de özgürlüklerden söz ediyorlardı. Devir İstibdat Devri. Jurnalciler boş durur mu? Tam 35 kez jurnal edildiğini öğrenen Neyzen çok şaşırdı ama tutuklanıp 15 gün nezarethanede kalmaktan kurtulamadı. Birkaç dostunun yardımıyla dışarı çıksa da artık huzuru kalmamıştı. Peşine her gün sivil polisler, jurnalciler takılıyordu. Neyzen, kendisine kabus gibi gelen İstanbul' dan kaçacaktı. Ama nereye? İlk aklına gelen yer Mısır oldu. Orada yalnızlık çekmeyeceğine ve neyi ile karnını doyuracağına inanıyordu. Polis takibinden de kurtulmuş olacaktı. Mesajeri Vapuruyla İskenderiye' ye oradan da Kahire' ye gitti. Altı yıl Mısır' da kaldıktan sonra Meşrutiyet İlan edilip II. Abdülhamid' in tahttan indirilmesinden sonra İstanbul' a döndü.

Neyzen Meşrutiyet İstanbul' unda yaşamaya başlayınca karamsarlık ve düş kırıklıkları içindeydi. Bu muydu Meşrutiyet?.. Ve bir başkaldırı havası içinde şöyle dedi:

"İş başına gelenler kasalarını dolduruyor, muhalefet bunları önleyemiyordu. Baştakilerin bu yolsuzluklara ortak olduğunu herkes biliyor, ama hırsızlar tam bir vurdumduymazlık içinde çalmaya devam ediyorlardı. Siz istediğiniz kadar adalete başvurun, hırsızları teker teker açıklayın, yöneticilerin umurunda değildi. Hepsinin suratı kasap süngeriyle silinmişti. Neye varacaktı bunun sonu?"

Neyzen şöyle haykırıyordu:

"Aldıkça al, daldıkça dal, çaldıkça çal
 İsterse ver yüz arzuhal, ne sorgu var ne sual"

Kitabı okumak isteyenler olabilir düşüncesiyle, daha fazla yazmak yerine, kitabın içeriği hakkında  kısaca bilgi vereyim:

İstanbul' da yaptığı evliliği, askerliği, savaş yılları, 1925' te Atatürk' ün huzurunda ney üflemesi, İnönü Dönemi, Demokrat Parti Dönemi, rakıya nasıl başladığı, Bakırköy yılları, Mazhar Osman' la dostluğu, yaşlılığı ve jübilesi anlatılıyor yıl yıl.. 28 Ocak 1953' te, 74 yaşında hasta, yorgun ve nasıl bir yoksulluk içinde hayata gözlerini kapadığı da. Ve ölümünden sonra  Aşık Veysel' in Neyzen için yazdığı şiir de...

 Kitabın Sonsözü' nde şöyle diyor yazar:

"Son yıllarda yazdığım yaşamöyküleri içinde beni en çok uğraştıran Neyzen' in yaşamı oldu. Çünkü özel yaşamı konusunda derli toplu ve kronolojik araştırmalar yoktu. "Tercüme-i Halim" (Özgeçmişim) başlığını taşıyan uzun şiirde anlattığı yaşamı 1909' da son buluyordu. Neyzen 1953' de öldüğüne göre arada 44 yıllık bir boşluk var demektir."

Tüm zorluklara karşın yazılan, tarihsel bir belge niteliğinde güzel bir biyografi okuduğumu söyleyerek lafı uzatmadan rakıyla özdeşleşen Neyzen Tevfik' in birkaç rakı anısını  da aktarayım kitaptan:

"Neyzen o sıralarda Bakırköy başhekimi Mazhar Osman Bey' le yakın dost olmuştu. Ama ondan çekiniyordu. Bir gün köprüde karşılaştılar. Neyzen' in elinde büyük bir rakı şişesi vardı. Mazhar Osman Bey sordu;

"Hayrola Tevfik, hani vazgeçmiştin? Nedir o elindeki şişe?"

"Rakı ama hepsi benim değil. Çallı İbrahim' le buluşacağız. Şişenin yarısı onun."

"Öyleyse sen kendi payını dök bakalım."

"Dökemem, benim payım şişenin altında."

Bir diğer anısı: Neyzen' in her zaman gittiği meyhanelerden birinde oturduğu masada şiirleri ve hicivleri dilden düşmeyen bir şair daha vardı: Necdet Rüştü Efe...

"Necdet Rüştü Efe, Vefa Lisesi' ni bitirdikten sonra bir süre tıp fakültesine gitmiş, bir kaç yıl sonra doktorluktan vazgeçerek işi şairliğe ve yazarlığa vurmuş, sanat çevrelerinin popüler insanlarından biri olmuştu. Akbaba ve Karikatür Dergilerinde şiir ve yazıları çıkıyor, elden ele dolaşıyordu.

Neyzen o akşam ağzına geleni söylüyordu. Gündem de İsmet İnönü de vardı. Necdet Rüştü bir de baktı, bir sivil polis tezgah başında dört kulak kesilmiş onları dinliyor. Necdet Rüştü' de şafak attı.  Neyzen' in kulağına eğilerek;

"Tevfik, farkında mısın?" dedi. "Bak, tezgahtaki şu gözlüklü olan herif polis. Deminden beri seni dinliyor."

Neyzen büyük bir soğukkanlılıkla;

"Ben onlardan korkmam," dedi. "Benim raporum var, sen düşün."

Masanın öteki ucundan neden bu kadar çok içtiğini soran kişiye de şöyle cevap verdi:

"İçmeyeyim de ne yapayım. Dünya dönüyor, ben de ona ayak uydurdum, dönüyorum. Tam bir uyum içindeyiz."










2 yorum:

  1. Çılgın ve deli olmak lazım bu hayatta.Kitabı en kısa sürede alıp okuyacağım.Teşekkürler güzel bir yazı olmuş.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Deli olmak lazım, gerçekleri söyleyebilmek için. O zaman "Delidir, ne yapsa yeridir" derler ve kimse dokunmaz, yargılamaz. Stefan Zweig' in yazdığı biyografileri severek okudum. Ülkemizde de Hıfzı Topuz' un yazdığı tüm biyografileri okudum. Çok güzel ve akıcı yazar çünkü. Birkaç kitabını da imzalatmıştım kendisine. Bu kitabı beğenirseniz, diğerlerini de okumanızı önerebilirim naçizane. :)

      Sil