28 Aralık 2015 Pazartesi




2016: DÜŞÜNCE ÜRETECEĞİNİZ BİR YIL OLSUN.


"Ne düşünüyorsun, Karadeniz' de gemilerin mi battı?" Düşünceli görünen ya da düşünen birine bu soruyu soran kişiye rastlamışsınızdır muhakkak. Hatta bu soruyu soran kişi siz bile olabilirsiniz. Tabii o kişi yakınınız veya arkadaşınızsa. Ben de sormuşumdur, düşünceli olan arkadaşıma onu kara kara düşünmeye iten nedeni anlayabilmek ve yardımcı olabilmek için. Tamamen iyi niyetli olsa da bu soru, öyle gözüküyor ki, ancak maddi bir kayıp olduğunda düşünüleceğini kanıksatıyor bizlere. Oysa, insan zihni her konuda düşünebilir ve düşünmenin sınırları yoktur.  Zihin düşündüğünde ise ürettiği meyve düşüncedir. Bu meyvenin lezzetli ve olgun olması ise bizim düşünmemizin sağlıklı olmasıyla yakından ilgilidir. Pozitif, olumlu şeyler düşünürsek, düşüncelerimiz ve ona bağlı davranışlarımız da olumlu olur. Negatif, olumsuz şeyler düşünürsek, düşüncelerimiz de  negatif olur.
Mevlana şöyle demiştir:

Kardeşim sen düşünceden ibaretsin

Geriye kalan et ve kemiksin

Gül düşünürsün, gülistan olursun

Diken düşünürsün, dikenlik olursun

Dış dünyanın zihnimize yansımasıdır düşünceler. Fikirlerimizi oluştururken sadece kendi görüşlerimiz etkili değildir; çevremizdekilerin ne dedikleri, bunu nasıl algıladığımız da etkendir bu oluşumda. 
Olumlu ya da olumsuz olsun insan kendinde bir şeyin olduğuna inanırsa, bunu başkalarına yansıtacak şekilde davranır. Başkaları da onu yansıttığı davranışlarıyla tanır, ona göre davranır ve sonunda  kişinin kendisi de buna inanır. Düşünceleri gerçek olur. Şimdilerde buna "spiritüel" deniliyor yani insanın kendi potansiyelinin farkına varması, düşünceleriyle yaşamını şekillendirebileceğini öğrenmesi. Bir nevi Neo-Kadercilik yani. Ve bu konuda yazılan "The Secret" gibi kitaplar dünya kitap listelerinde en çok satanların ilk sırasında yer alıyor. Öyleki bu kitaplar, diğer kitapların satış grafiğini gerilerde bırakıyor. Aslında spiritüel kitaplardaki formül basit: Evrene düşüncelerinle pozitif enerji gönder, yansıması(geri dönüşü) pozitif olsun. Buda' nın dediği gibi; "Bizler, ne düşünüyorsak oyuz. Dünyamızı düşüncelerimizle inşa ederiz."

Bilinçli ya da bilinçsiz olsun kendimizi nasıl görürsek, başkaları da bizi öyle görür ve sonunda öyle olduğumuza kendimiz de inanırız. Nasıl olmak istediğimize ve nasıl göründüğümüze kendi düşüncelerimiz neden olur. Tabii başkalarının bizim hakkımızda söyledikleri de etkili olur.  Anadolu' da kullanılan "Bir kişiye  kırk gün deli derseniz, deli olur." söyleminin mantalitesi de bu değil midir?

Ve son olarak, Oscar Wilde' ın bir kadın hakkında söylediği "Çok güzelmiş gibi davranıyor. Cazibesinin sırrı burada." sözü, düşüncelerin davranışlara dönüşmesinin güzel bir örneğidir.

Kısacası, inandığımız, düşündüğümüz şey gerçek olur, bizim gerçeğimiz.

2016 yılı düşünce üreteceğiniz bir yıl olsun. Ve üreteceğiniz düşünceler de gerçeğiniz...

MUTLU YILLAR...



20 Aralık 2015 Pazar




VERGİ ÖDÜYORSANIZ GÜLMEK HAKKINIZ


Ülkemizde "Maliye" denilince ilk akla gelen nedir dersiniz? Tabii ki  vergidir. Böyle olunca da vergi mükelleflerinin maliyecilerden korkup çekinmelerini doğal karşılamak gerekir. Konuyla ilgili bir araştırma yapılmış mı bilmiyorum, konunun uzmanı da değilim ama vergi mükellefiyim. Eh! Biraz da okur-yazarım. Dolayısıyla konu hakkında yazabilirim.

Vergiyi mizahi açıdan ele alan Maliye Bakanlığı Gelirler İdaresi Başkontrolörlerinden Taner Akgül " Vergi Ödüyorsanız Gülmek Hakkınız" kitabında vergiyle ilgili Amerika ve diğer ülkelerin esprilerine ve ünlülerin vergi konusundaki sözlerine ve vergi fıkralarına yer vermiş. Ayrıca kitapta vergi ile ilgili karikatürler de mevcut.

İşte kitaptan seçtiğim vergiyle ilgili esprili sözler. Okuyunca gülüp gülmemek size kalmış. Çünkü bazıları Amerikan tarzı espriler.

"Ceza bir şeyi yanlış yapmanın vergisidir. Vergi ise bir şeyi doğru yapmanın cezasıdır.

- Neden köpekbalıkları vergi inceleme elemanlarına saldırmaz? Mesleki nezaket icabı.

- Vergiler, anneler gibidir. Sıklıkla yanlış anlaşılabilirler ancak asla unutulmazlar.

- Bir avukat ve bir vergi inceleme elemanı aynı anda denizde boğuluyorlar. Sadece birini kurtarabilecek durumdasınız. Hangisini seçersiniz? Gazete okumak mı? Yemeğe gitmek mi?

- Ortalama insan ömrü artıyor. Bunun sebebi de insanların vergilerini ödeyebilmek için daha uzun yaşamak zorunda olmaları.

- İnsanların bir çoğu kazandıkları parayı saklar. Hükümet de geri kalan paraları saklar."





  ÜNLÜLERDEN SEÇMELER:

- "Dünyada ölüm ve vergiler dışında hiçbir şey kesin değildir. 
 (Benjamin Franklin)

- Eğer bir yerde gelir vergisi varsa, dürüstler fazla, dürüst olmayanlar az öder.
 (Platon)

- Şu anki gelir vergisi sistemini yenilemek için yapılabilecek en başarılı reform, sistemi toptan kaldırıp, yerine yenisini getirmemektir.
 (Vin Suprynowicz)

Dünyada anlaşılması en zor şey gelir vergisidir.
 (Albert Einstein)

- Amerika' yı çok seviyorum. Fakat bütün yılı burada geçiremem. Vergilere gücüm yetmiyor.
 (Mick Jagger-Şarkıcı)

- Zengin bekarlar, çok ağır vergilendirilmelidirler. Çünkü, bazı erkeklerin diğerlerinden daha mutlu olması hiç adil değil.
 (Oscar Wilde)

- Ateş edilmesine rağmen vurulmamış olma durumundaki mutluluğa en yakın duygu, gelir vergisi iadesi yapılmasıdır.
 (F.J. Raymond-Komedyen)"

VE KİTAPTAN BİR FIKRA:

" - Camideki vaazda yalan söylemekle ilgili açıklamaları dinleyen yaşlı adam, vergi dairesine şu mektubu göndermiş:

"Gelir vergisi beyannamemde yanlış beyanda bulunduğum için geceleri uyuyamıyorum. Bu nedenle kayıtlarımı yeniden gözden geçirdim ve 15 bin lira daha ödeme yapmaya karar verdim. Çek mektubum ektedir. Eğer geceleri yine de uyuyamazsam, geri kalan kısmını da göndereceğim."

Şimdi, verginizi ödüyorsanız gülümseyinn. Ben gülme hakkımı kullanıyorum...



Görsel: nenedirvikipedi.com

   

 

   
 

13 Aralık 2015 Pazar




ANNABEL LEE
(Edgar Allan POE)



"Annabel Lee" ABD' li şair ve yazar Edgar Allan Poe' nun yazdığı son şiirdir. 1849' da yazılan şiir aynı yıl, Poe' nin ölümünün hemen ardından yayınlanmıştır.

Poe' nun pek çok şiiri gibi bu şiirin de  teması güzel bir kadının ölümüdür. Şiirin anlatıcısı, daha çok gençken Annabel Lee' ye aşık olmuştur. Bu aşk öyle güçlüdür ki melekler bile kıskanır. Annabel Lee öldükten sonra bile anlatıcının aşkı son bulmaz.

Şiirdeki Annabel Lee' nin ilham kaynağının kim olduğu konusunda çeşitli tartışmalar bulunmaktadır. Pek çok kadının adı geçse de, en makul adaylardan biri Poe' nin eşi Virginia Eliza Clemm Poe' dur.

Annabel Lee; Vladimir Nabokov için, özellikle 1955 tarihli romanı Lolita' yı yazarken esin kaynağı oldu. Nabokov romanın başlığını ilk önce The Kingdom by the sea (Bir Deniz Ülkesi) olarak belirlemişti. Nabokov, Nisan 1947' de Edmund Wilson' a yazdığı mektupta romandan şöyle bahsetmişti: "Kısa bir roman yazıyorum...küçük kızlardan hoşlanan bir adam hakkında ' romanın adı The Kingdom by the sea' olacak. ' Ayrıca romanda Humbert Humbert' in ilk aşkının adı "Annabel Lee" ydi.

Stevie Nicks, ismi "Annabel Lee" olan bir şarkı yazdı. Şarkının sözleri Poe' nun şiirinin mısralarının yerleri değiştirilerek oluşturulmuştu. Resmi olarak yayımlanmayan bu şarkının dışarı sızdırılmış demo kayıtları, Nicks' in bazı hayran sitelerinde bulunmaktadır.
Kaynak: tr. wikipedia.org


Bu açıklamalardan sonra o güzelim şiiri okuyalım mı?

ANNABEL LEE

Seneler, seneler evveldi;

Bir deniz ülkesinde

Yaşayan bir kız vardı, bileceksiniz

İsmi;  Annabel Lee

Hiçbir şey düşünmezdi sevilmekten

Sevmekten başka beni.


O çocuk ben çocuk, memleketimiz

O deniz ülkesiydi,

Sevdalı değil karasevdalıydık

Ben ve Annabel Lee;

Göklerde uçan melekler 

Kıskanırlardı bizi.


Bir gün işte bu yüzden göze geldi,

O deniz ülkesinde,

Üşüdü  bir rüzgarından bulutun

Güzelim Annabel Lee;

Götürdüler el üstünde

Koyup gittiler beni,

Mezarı oradadır şimdi,

O deniz ülkesinde.


Biz daha bahtiyardık meleklerden

Onlar kıskanırdı bizi,

Evet! bu yüzden (şahidimdir herkes ve o deniz ülkesi)

Bir gece rüzgarından bulutun

Üşüdü gitti Annabel Lee.


Sevdadan yana kim olursa olsun,

Yaşça başça ileri

Geçemezlerdi bizi;

Ne yedi kat gökdeki melekler,

Ne deniz dibi cinleri,

Hiçbiri ayıramaz beni senden

Güzelim Annabel Lee.


Ay gelir ışır, hayalin erişir

Güzelim Annabel Lee;

Bu yıldızlar gözlerin gibi parlar

Güzelim Annabel Lee;

Orda gecelerim, uzanır beklerim

Sevgilim, sevgilim, hayatım, gelinim

O azgın sahildeki,

Yattığın yerde seni.

Edgar Allan POE

Şiir Çevirisi: Melih Cevdet ANDAY








8 Aralık 2015 Salı




SU SAVAŞLARI
(Ortadoğu' da Beklenen Çatışma)







Dünyamızın, vücudumuzun ve bizi yöneten beynimizin yaklaşık yüzde 70' i sudan oluşur. İnsan ve dünya için su hayat demektir. Diğer bir deyişle, hayatın varlığı suya bağlıdır. Küresel ısınmaya dikkat çeken uzmanlar, kutuplardaki buzulların erimesiyle okyanuslardaki su hacminin yükseleceğini, dünyanın bir felakete sürükleneceğini açıklasalar da su, petrol kadar önemli görülmediğinden olsa gerek bu konuda yeterli önlemlerin alınmadığını görüyoruz. Teknolojik gelişmelerin su havzalarını tehdit ettiğinin, içilebilir ve kullanılabilir tatlı su kaynaklarının hızla tüketildiğinin farkına varmamız gerekiyor,  çok geç olmadan.

Dünyadaki içilebilir ve kullanılabilir su kaynaklarının kısıtlı olduğunu ve bu kaynakları dikkatlice kullanmamız gerektiğini  belirten John Bulloch&Adel Darwish yazdıkları "Su Savaşları" kitabında şunları anlatmaktadır:

"Dünyada 214 uluslararası nehir ve göl havzası vardır; bunlardan 155' i iki, 36' sı üç ve 23' ü bir düzine kadar ülke tarafından paylaşılmaktadır. Bunun anlamı, her hangi bir çatışmanın milli rekabetleri içereceğidir ve bunlardan bazıları dünyanın en iyi silahlanmış ve patlamaya hazır bölgelerinde , özellikle Ortadoğu' da olacaktır.

En tehlikeli yerler kentlerdir. Gelişmekte olan ülkelerde küresel nüfus artışının yüzde 90' ından fazlasının kentlerde olması beklenmektedir ki, buralarda zaten su sıkıntısı, sağlık koşullarının eksikliği ve içme sularının kirlenmesi sözkonusudur. UNICEF şu anda dünyada 35.000 çocuğun açlık ya da su kirlenmesinin getirdiği hastalıklardan öldüğünü hesaplamıştır."

Su dünya için bu kadar yaşamsal öneme sahipken su kaynaklarını ellerinde bulunduran devletler bunu kendi iradelerini kabul ettirmek için kullanacaklar mıdır? Kullanırlarsa, susuzluktan etkilenen devletler seyirci mi kalacaklardır? Yoksa, zorla su kaynaklarına sahip olabilmek, en azından paylaşabilmek adına militer yollara mı başvuracaklardır? Temel sorun budur.

Göl havzaları veya nehrin yukarı kısımları yüzölçümüne dahil olan ülkeler suyu Demokles' in kılıcı gibi kullanabilirler. Bu durumda su, barış veya savaş için bir güç olabilir. Ortadoğu' daki çatışmalara salt petrol paylaşımı olarak değil, bu açıdan da bakmak gerekir kanaatindeyim, insanlar için suyun petrolden daha önemli ve yaşamsal olduğunu söylememe gerek yok sanırım.

Söz konusu kitapta; Ortadoğu' da bugün kesin olan tek şeyin; suyun petrol kadar önemli bir meta haline geldiğine dikkat çekilerek şu tespitlerde bulunuluyor:

"Sahip olanlar için su, bir manivela aracı ve gücünü gösterme yoludur; yeterli suyu olmayanlar için milli güvenliğin sağlanmasının yolu ise, elde olanı arttırmaktır. Bu iki alan, çoğunlukla çatışır. Yanıt işbirliğidir, ama işbirliği en azından komşular ya da ülke grupları arasında dostça ilişkilere bağlıdır. Yakın gelecekte devletlerarası çekişmelerin devam edeceği görülmektedir. Devletler anlaşmaya vardıklarında ise, bu anlaşmalar yeni muhalif grupları doğuracak ve Ortadoğu' daki silah bolluğu göze alındığında, bunlar terörist kampanyaları için gerekli her şeyi elde edebileceklerdir. Özellikle su tesislerine yönelecek operasyonlar olasıdır ve böyle bir eylemi ilk destekleyecek ülke Irak olacaktır. Zengin ülkeler daha çok tuzdan arındırma tesisleri yaparak yaşamaya devam edeceklerdir ve yeni enerji formlarını sağlayacak teknolojik gelişmeler büyük gelirleri olan ülkeler için yararlı olacaktır. Şu anda tuzu alınmış suyun sulamada kullanılması çok masraflı olduğundan Suudi Arabistan ve Libya gibi ülkelerin planları kullanılan fosil su tükenene kadar devam edecektir. Bu da 20 ila 60 yıllık bir süredir; bu zaman içinde de politikacıların inancına göre teknik yenilikler bulunacaktır.

Artan nüfus ve azalan kaynaklar, Ortadoğu' yu su kıtlığından zarar görecek tüm bölgelerin en duyarlısı yapmaktadır. Daha önce belirttiğimiz gibi yeterli kaynak sağlamak için savaşlar yapılmıştır ve politikacılar milli çıkarlarını korumak için askeri gücü kullanmaya hazır olduklarını söylemişlerdir. Arap ve İsraillilerin arasındaki sürekli çatışmanın yanı sıra, Araplar arası çekişmeler gerilla gruplarının doğmasına neden olmuştur ve yeni gruplar da sahneye çıkma sıralarını beklemektedir. Ortadoğu' da şiddet potansiyeli her zaman vardır ve bu yeniden geldiğinde, ki mutlaka gelecektir, üzerinde savaşılan alanlar, çatışmanın nedeni olarak gösterilen şeyin tek neden olmadığını gösterecektir.

Savaşlar toprak, özerklik, insan hakları ya da sınırlı koruma nedenlerine bağlı görüneceklerse de, geleceğin bütün çatışmalarını etkileyecek tek şey; bölgenin su durumudur. Su savaşları yoldadır."

CIA' nın Birleşik Devletler Hükümeti' ne verdiği risk değerlendirme raporunda; dünyada en az on yerde paylaşılan su kaynaklarının eksilmesinden dolayı, savaş çıkacağı tahmin edilmiştir.

Gelecekte, su kaynaklarının paylaşılamaması nedeniyle, ufak bölgesel çatışmalar önlem alınmazsa tüm dünyaya yayılabilir ve üçüncü dünya savaşının nedeni olabilir, diyen uzman görüşlerinin önemine binaen, kullanılabilir su kaynakları, nehir ve göl havzalarının korunması için gerekli önlemlerin hızla alınması ve uygulamaya konulması zorunlu görünmektedir.

Yazımı "Dünya nereye gidiyor?" diye sorulduğunda Einstein' in bu soruya verdiği cevapla sonlandırmak istiyorum;

"3. Dünya Savaşı doğal kaynak eksikliğinden çıkacaktır. O savaşta hangi silahların kullanılacağını bilmiyorum ama 4. Dünya Savaşı' nda taş ve sopalar olacağını biliyorum."



Kaynak: Su Savaşları (Ortadoğu' da Beklenen Çatışma) - John Bulloch&Adel Darwish
(Altın Kitaplar, 1. Basım / Ocak 1994)





4 Aralık 2015 Cuma




KASIM' DA ANTALYA BAŞKADIR


Bir şehir düşünün; 4 mevsimi 4 ayrı güzellikte diyebileceğiniz; adı Antalya. Dört mevsimini de bilirdim, lakin Kasım ayının bu kadar güzel olacağını bilmezdim. Kaldığım bir ay süresince havanın günlük güneşlik olmasının yanında terletmemesi, bunaltmaması ve hafif bir rüzgarla  baharı (ilkbaharı) anımsatması insana "yaşamak ne güzel!" dedirtiyordu adeta.
Güneşten yararlanmak isteyenlerin, Akdeniz' in çarşaf gibi kıpırtısızlığında yüzmek için Konyaaltı plajını doldurduklarını söylersem şaşırmazsınız umarım. Ne de olsa deniz suyu hala sıcak. Çünkü denizler geç ısınıp geç soğuyorlar. 

Antalya' nın en çok Toros Dağları' yla birleşen silüetini seviyorum. Sabahı ayrı, akşamı ayrı güzellikte oluyor bu dağların ve renk değişimini görebiliyorsunuz. Tarihi, kültürü, doğal güzellikleriyle mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri Antalya. Neredeyse tüm ilçelerini gezdim, gördüm. Her mevsimin tadını çıkardım. Ama Kasım' da Antalya' ya bayıldım...Nisan ayında, mis kokularını derin derin içime çektiğim portakal çiçekleri şimdi portakal olmuşlar ve toplanma zamanları gelmiş bile. 

İşte Antalya' da Kasım ayında cep telefonumun objektifine takılanlar :



























YİVLİ MİNARE: Antalya' nın simgesi olan Yivli Minare XIII. YY' a ait bir Selçuklu eseridir. Sultan I. Alaeddin Keykubat (1219-1238) tarafından yaptırılmıştır. Tabanı kare biçiminde blok taş olup gövdesi tuğladan dilimli ve 8 adet yarım silindirik biçimli ve firuze renkli çinilerden dolayı Yivli Minare adını almıştır. Üst minare bölümü tuğladır. Açık mavi renkte dört köşe taşlarla mozaik tarzında süslenmiştir.  Yüksekliği 39.62 metre olup 92 basamaklı bir merdiven ile minareye çıkılmaktadır. Minare 1955 ve 2010 yıllarında restore edilmiştir.















GIYASEDDİN KEYHÜSREV MEDRESESİ (ATABEY ARMAĞAN MEDRESESİ)

Bugün medresenin sadece kapısı ile temel izlerinin bir kısmı kalmıştır. Basık kemerli bir giriş kapısının iki kenarı üçgen ve yarım yıldız motiflerinden oluşan bir bordür çevreler. Kemer taşları zigzaglarla birbirine kenetlenmiştir. Kapı kemeri üzerinde , sivri kemerli niş içerisinde yer alan altı satırlık yazıtta, Medresenin "Atabey Armağan" tarafından Hicri 637, Miladi 1239 yılında yaptırıldığı yazılıdır. 
Medrese çoğu zaman yaptıran kişinin adıyla anılsa da, Anadolu Selçukluları' nda bu tür yapıların devrin Sultanının adına yaptırıldığı, dolayısıyla da Sultanın adını taşıdığı bilinmektedir. Bu nedenle medresenin "Atabey Armağan'la değil, "Gıyaseddin Keyhüsrev Medresesi" adıyla bilinmesi gerekmektedir.

Yazıtta; Hükümdar tek olan Allah' tır. Bu mübarek medresenin inşası, Ulu Sultan, Allah' ın dünyadaki gölgesi Keykubat oğlu Gıyaseddin Keyhüsrev devletinde zaif kul Muganaşad oğlu Atabey' e 630 yılında emredildi.












NİGAR HATUN TÜRBESİ: 1502 tarihinde yapıldığı anlaşılan türbe, Sultan II. Beyazid' ın karısı şehzade Korkut' un annesi Nigar Hanım' a aittir.
Şekil olarak Selçuklu kümbetlerini andırmaktadır. Altıgen planda moloz taş ve horasan harçla inşaa edilmiştir. Duvarlarında bolca devşirme malzeme kullanılmış olup, 1961 yılında onarım görmüştür.






SAAT KULESİ












ULUSAL YÜKSELİŞ ANITI (The Monument of National Rise) : Antalya halkının bağışlarıyla bedeli karşılanan anıt, 1964 yılında heykeltraş Hüseyin GEZER tarafından yapılmıştır. 6 metre yüksekliğinde olan anıtın yapımında 12 ton bronz kullanılmıştır. Şaha kalkmış at ve gençler, 19 Mayıs 1919' da başlayan ulusal kurtuluş aşamalarını, Cumhuriyet Devrimleriyle çağdaşlığa yönelişi yükselen bir ritim içinde anlatmaktadır. Kaidelerin kademeleri yükselişi, Atatürk İlkelerinin ve Cumhuriyet Devrimlerinin sürekliliğini ve Türkiye Cumhuriyeti' nin sonsuza yönelen çağdaşlık ülküsünü vurgulamaktadır.












Antalya' ya giderseniz, dünyanın en büyük mağaralarından biri olan ve yapılan kazılardan bölgenin günümüzden 500.000 yıl kadar önce de yerleşim merkezi olarak kullanıldığı sonucuna varılan Antalya-Burdur karayoluna 5-6 kilometre uzaklıkta bulunan Karain Mağarası ve Antalya Müzesi' ni gezmeyi unutmayınız.

Antalya Müzesi' nde sanal gezinti yapmak isteyenler için:

http://www.antalyamuzesi.gov.tr/tr/karain-magrasi









28 Kasım 2015 Cumartesi





BİLİNMEYEN YÖNLERİYLE OSMANLI PADİŞAHLARI


Üç kıtaya hükmetmiş Osmanlı Sultanlarının bilinmeyen yönlerini merak ettiğimden elime geçen Mustafa Armağan' ın "Osmanlı' nın Mahrem Tarihi" kitabını önyargısız okudum. Tarihe olan ilgimi önceki yazılarımda belirtmiştim. Bu nedenledir ki, resmi tarih dışında yazılan tarihle ilgili kitapları okumaya; belgelere dayalı olmak koşuluyla özen gösteriyorum.

Kitapta, Osmanlı padişahlarının icra ettikleri meslek veya sanatlar/zanaatlar ile ilgilendikleri çeşitli konular, merakları, hobileri, sevdikleri şeyler ve davranışlar ile kişisel özellikleri, nihayet bazı "enler ve ilkler" zaman sırasına göre ve maddeler halinde verilmektedir. 36 padişahın hepsinin bilinmeyen yönünü burada yazamayacağıma göre, seçtiklerimi okumakla yetinmeyenler kitabı okuyabilirler. :)
 
Kitabın Önsöz' ünde dikkatimi çeken bir paragrafla başlamak istiyorum:

"İsmail Hami Danişmend' e bakılırsa padişahlar yaptıkları sanatlardan para bile kazanırlarmış: "Padişahların nafakalarını temin için yaptıkları bu el işleri" diyor Danişmend, "ya devlet ve saray erkanına satılır veyahut çarşılarda, pazarlarda satışa çıkarılarak büyük bir rağbetle kapışılırdı."

Geleceğin padişahları, Enderun' un bir parçasını oluşturan "Şehzadeler Okulu" nda (Şehzadegan Mektebi) yetiştirilirken kimi hobiler geliştirmeleri ve çeşitli meslek ve meraklara (spor, moda, bahçıvanlık vb.) eğilim duymaları tabii ki normal. Ancak nafakalarını temin için yaptıkları el işlerini satmaları, günümüz siyasetçilerine örnek olması gereken bir davranış biçimi diye düşünüyorum. Özellikle tarihimizden bihaber olanların maziye bir bakmaları gerektiğini de...

Yazıma, İmparatorluğa adını veren Osman Gazi ile başlayıp hakkında popüler tarih kitabı yazılmayan, dönemi dizilere konu olmayan, kamuoyunca isimleri fazlaca bilinmeyen ama yaptıkları işlerde " ilk" ve " en"  olan padişahlarla devam edeceğim.

***Gayet sade, sefahat ve eğlenceden uzak bir hayat yaşayan, arkadaşları arasındaki lakabı  "Kara Osman" olan Osman Gazi, bir kere sırtına giydiği elbiseyi bir daha giymezmiş.Bunun nedeni de başka birisini, yani bir garibanı sevindirmekmiş. Birisi elbisesine dikkatlice baksa hemen çıkarıp ona bağışlarmış.

Eski bir Türk kabile adetine göre; Hıdırellez günü aşiret reisinin evi yağmaya açılırdı. Bey ile hanımı yanlarına hiçbir şey almadan evlerinden çıkarlar ve arkalarından aşiret mensupları hücum edip evi yağmalarlardı. Buna "Bey evinin açılması" denilirdi ve Osman Gazi de evini yılda bir gün yağmaya açardı.

*** Osmanlı padişahları içinde 36 yıl ile en uzun süre hükümdarlık yapan üçüncü sultan olan Orhan Gazi' nin güzel sanatlara ilgi duyup duymadığı hakkında kesin bir bilgi olmasa da, Louvre Müzesi' nde sergilenen bronz bir vazo onun ismini taşımaktadır. 

*** I. Murat, özel bir kütüphanesi olduğunu bildiğimiz ilk padişahtır. Bunu, kütüphanesi için istinşah (kopya) edilmiş olan bazı eserlerden anlıyoruz.

Bir de Mevlana' ya karşı aşırı bir sevgisi bulunuyordu I. Murat' ın. "Hünkar" ve "Hüdavendigar" unvanlarını almasında bu derin sevginin etkisini görenler vardır. 

*** Yavuz Sultan Selim iyi bir koleksiyonerdi. Suriye ve Mısır' dan getirttiği kutsal emanetler ve diğer değerli eşya, Osmanlı Sarayı' nın en değerli parçaları olarak muhafaza edilmektedir. Ayrıca Topkapı Sarayı' ndaki çini koleksiyonunun çok önemli bir kısmı onun Kahire' de Memlük hazinesinden ve çarşıdan toplattığı değerli parçalardan oluşur.

Kabe örtüsünün işlenmesi görevi ilk defa onun zamanında Memlüklerden Osmanlılara intikal etmiş ve bu örtünün imal edilmesi için Mısır civarında çeşitli köyler vakfetmiştir.

Yavuz Sultan Selim, 1514 yılında cüzam hastaları için Karacaahmet Mezarlığı yakınında bir yurt (leprozeri) yaptırmıştı. Burası Miskinler Tekkesi olarak tanındı ve 1938 yılında yıktırılıncaya kadar cüzam hastalarına hizmet vermişti.

*** Klasik Osmanlı kültürü III. Murad devrinde kurulmuştur. Kendisinin kitap sevgisi çarpıcı boyutlara ulaşmıştır.Kitap okumaktan hoşlandığı, dünya tarihine, özellikle dönemin hükümdarlarının yaptığı savaşlara ilgi duyduğu, her şeyi öğrenmek istediği dünya tarihi ile ilgili olarak yaptırdığı çevirilerden anlaşılmaktadır.

İlginç özelliklerinden birisi ağzından "hayır" sözünün nadiren çıkması olan III. Murad, devrinde bugün kutlamaya devam ettiğimiz kandiller ve kutsal geceleri şevkle ihya geleneğini başlatmıştır.Regaip, Mevlid, Miraç, Kadir, Ramazan ve Kurban bayramları ile Berat gecelerinde camilerde kandil yakılması uygulaması, onun emriyle başlamıştır.

*** Sultan III. Mehmed bir kaşık ustasıydı; bazı kaşıkların saplarını inci, mercan, yakut, zümrüt vs. taşlarla süslüyordu. Bu yüzden "hakkak" ( oymacı) esnafı arasında eserlerinin takdirle anıldığı biliniyor. Ayrıca boş zamanlarında okçuların ok atarken başparmaklarına taktıkları fildişi yüzükler de imal edermiş. Bu sanatı sayesinde Yüzükçüler Loncası' na üye olmuştu.

İngiltere Kraliçesi I. Elizabeth' in Osmanlı Devleti' yle iyi ilişkiler geliştirebilmek ve tüccarlarına yeni ekmek kapıları açabilmek amacıyla Sultan III. Mehmed' e hediye olarak bir "org" gönderdiğini biliyoruz.Dallam adlı bir ustaya sipariş verilen bu devasa orgun İstanbul' a getirildiğini, saraya yapımcısı tarafından kurulduğunu ve bir süre sarayda kaldığını ve kullanıldığını biliyoruz. Mustafa Safi Efendi' nin Zübdetü' t Tevarih adlı eserinden I. Ahmet döneminde bu orgun "üzerindeki tasvir ve suretler" nedeniyle parçalatılmış ve ahşap aksamının yakılmış olduğunu da öğreniyoruz.

Yine Kraliçe I. Elizabeth ile III. Mehmed' in annesi Safiye Sultan hem mektuplaşırlar, hem de birbirlerinin gardıroplarını zenginleştirmek için hediyeleşirlerdi. Hatta bu mektuplardan birinden Osmanlı Sarayı' nda kadınların kullandığı kozmetik malzemelerin methini işiten ve örnek isteyen Kraliçe' ye yüz temizleme suları ve besleyici kremler gönderildiğini anlıyoruz. 

*** Sultan I. Ahmed' in talihi neredeyse 14 rakamı etrafında düğümlenmiş görünüyor. 14 yaşında tahta çıkmıştı. 14. Osmanlı padişahıydı ve 14 yıl padişahlık yapmıştı. Öldüğünde ise 14x2= 28 yaşındaydı. Ayrıca tahta çıktıktan sonra sünnet olan ilk Osmanlı padişahı da odur. Muhteşem Sultan Ahmet Camii' ni yaptırmıştır.

*** I. Mustafa, kısa süren saltanatı süresince iki kez saltanatını devretmiştir; birincisinde yeğeni I. Osman' a, ikincisinde ise öbür yeğeni IV. Murad'a tahtı herhangi bir sorun çıkarmadan terk etmiştir.

Ayrıca iki defa tahta çıktığı halde annesinin adı bilinmeyen tek Osmanlı padişahı da I. Mustafa' dır. Ancak bunun sebebi tam olarak anlaşılamamıştır. Oysa Valide Sultanlar Osmanlı saray hiyerarşisinin zirvesinde yer alırlardı.

*** Kaynakların bir padişaha pek yakıştıramadıkları garip bir özelliğinden, cimriliğinden söz ettikleri II. Osman (Genç Osman), Fatih zamanında başlayan cariyelerle evlenme geleneğini delerek Şeyhülislam Esad Efendi' nin kızı Ukayla' yı nikahlamasıdır ki, bu hakikaten o zaman harem için devrim niteliğinde bir karar demektir. Bu karara kayınpederinin dahi karşı çıktığını biliyoruz ki, muhtemelen köle kızların, cariyelerin barındığı hareme hür bir kadının girmesini istemedikleri şeklinde yorumlanmalıdır.

*** IV. Murad düzenlediği iki büyük Şark seferinin anısına Topkapı Sarayı' nın en seçkin eserlerinden Revan (1636) ve Bağdat (1639) köşklerini yaptırmıştır. Bunlardan özellikle Bağdat Köşkü, "çeşitli Türk sanat şubelerini bir araya getiren 17. yüzyıldaki en yüksek sanat eserlerindendir."

Gerek Revan (Erivan), gerekse Bağdat seferlerine giderken ve dönerken yol üstünde bulunan yerlere çeşitli eserler yaptırmış olup Fırat' ın Elazığ' ın kuzeyinde kalan kısmı, onun ismiyle, yani "Murat Nehri" olarak anılır olmuştur.(Moltke mektuplarında bunu özellikle belirtir.)

*** IV. Mehmed' in en ünlü hobisi, avcılıktı ve bundan dolayı "Avcı" lakabıyla anılmıştır. 39 yıllık saltanat süresiyle Kanuni' den sonra en uzun süre tahtta oturan padişah unvanını elinde tutan padişah olan IV. Mehmed, 7 yaşında tahta çıkmıştı. Başlangıçta ocak ağaları ve ninesi Valide Kösem Mahpeyker Sultan' ın gölgesinde padişahlık yapan IV. Mehmed, daha sonra dizginleri ele almış ve idareyi Köprülü ailesine bırakmıştı.

Cesaretini Serez ile Selanik arasında Venedik korsanlarının top atışına maruz kalmasına, birkaç güllenin başının üstünden geçip gitmesine rağmen hiç istifini bozmayışından, usta bir binici olduğunu da 2.918 metre yüksekliğinde olan Teselya' daki Olimpos Dağı' na tırmanırken atının uçuruma düşmesi sırasında yere atlayarak kendisini kurtarması sırasındaki çevikliğinden anlayabiliriz. Atı uçurumdan aşağı düştükten sonra da vazgeçmeyip dağa yaya olarak tırmanmaya devam etmiş ve zirveye kadar çıkmıştır. Yalnız ata fazla binmekten boyu biraz öne doğru eğri imiş. 

Eğrikapı Çöplüğünde bulunan Kaşıkçı Elmasını bir hatt-ı hümayunla saraya getirtip İç Hazine' ye koyduran odur.

Son olarak avcılığından da gayet güzel anlaşılacağı gibi IV. Mehmed keskin bir nişancı idi.

***Ağabeyi IV. Mehmed' in Viyana bozgunu sonucunda tahttan indirilmesi üzerine yerine geçen II. Süleyman yetenekli bir hattat olup yazısının gayet güzel olduğu biliniyor. Fermanlardaki tuğrasının yanına çiçek motifi koyduran ilk padişah da II. Süleyman' dır ki, bu motifler sonradan tuğralarda moda olacaktır.

***Ağabeyi II. Süleyman' ın Edirne' de vefatı üzerine vezirlerin ittifakıyla, yani bir tür seçimle tahta çıkarılan Sultan II. Ahmed bu sırada 49 yaşındaydı. Kısa süren saltanatı elemlerle dolu geçmiş, bu yüzden ağabeyi gibi tarihlerimizde neredeyse hiç yer bulamamıştır. Kişisel özellikleri hakkındaki bilgilerimiz çok azdır.

Şehzadeliği sırasında hatıra defteri tuttuğu söylenen II. Ahmed, 4 yıl süren saltanatı sırasında daima Edirne' de oturmuş, padişah olarak İstanbul' a hiç ayak basmamıştır. Zaten padişahların 17. yüzyılın damarlarına yayılan bu Edirne merakı, yeğeni olan II. Mustafa' nın başına olmadık gaileler açacak, İstanbulluların baskısıyla tahtından indirilerek yerine bir başka Ahmed geçirilecek ve böylece Lale Devri' ne girilecektir.

  ***1703 Edirne ayaklanması ile İstanbul' da oturacağına yemin ederek tahta geçen Sultan III. Ahmed' in 27 yıl sonra bir başka ayaklanmayla, Patrona Halil isyanı sonunda tahtını terk etmek zorunda kalması, bu kırılgan siyasi arka planda gerçekleşmiş bulunuyordu.

III. Ahmed tam bir su tutkunuydu. İstanbul' a su bentleri, çeşmeler, sebiller ve çağlayanlar kazandırmıştır. Topkapı Sarayı' nın önündeki çeşme ile Üsküdar Meydanı' ndaki çeşme Osmanlı meydan çeşmelerinin seçkin örnekleri arasındadır.

III. Ahmed' in çok sanatkarca tuğralar çektiğini biliyoruzki, yazı yazan pek çok padişah olduğu halde tuğra çeken tek padişah olarak tarihe geçmiştir.

***  III. Selim Osmanoğullarının yetiştirdiği en büyük, hatta deha çapında bestekar olarak tanınır. İkisi de ayrı ayrı uzmanlık gerektiren tanburi ve neyzenlikte üstad mevkiindeydi. Öldürüleceği zaman elindeki ney ile kendisini isyancılara karşı savunması gerçekten de tragedyalara konu olacak bir sahnedir.

Bestelerinden 62 parça notaları ile elimizdedir. En çok Suzidilara makamı ve Mevlevi ayini ile tanınmıştır. Bazıları müziğe hayatında fazla yer ayırdığından III. Selim için "Part-time padişahlık yapar, asıl müzisyendir" derlermiş.

*** Ağabeyi IV. Mustafa' nın bir karşı isyan sonucunda tahttan indirilmesiyle 24 yaşında tahta oturan II. Mahmud, resmi halka sevdirmek ve resim konusundaki direnişi kırmak amacıyla Kayserili Ermeni asıllı ressam Rupen Manas' a portresini yaptırarak devlet dairelerine astırmış, hatta kendisini tenkit etmek isteyen Şeyhülislam' a da bir tane yaptırıp hediye etmiştir. II. Mahmud aynı zamanda usta bir sedefkardı.

*** Babasının ölümü üzerine çocuk denilebilecek bir çağda, henüz 17 yaşında tahta çıkan Sultan Abdülmecid ile Tanzimat padişahları dönemi başlamaktadır. Osmanlı padişahları arasında 4 oğlu birden tahta çıkmış tek padişah olan Sultan Abdülmecid (bunlar; V. Murad, II. Abdülhamid, V. Mehmed Reşad ve Vahdettin' dir), boş zamanlarında ok ve yay imal etmekle meşgul olurdu.

İsmail Dede Efendi' ye karşı sevgi besliyor ve onu dinliyordu. Ancak alafranga musikiden hoşlanıyordu. Sadece bizim bestekarlar değil, Batılı bestekarlar da onun musiki zevkini duymuşlar ve kendisine eser bestelemek için fırsat kollamışlardır.Nitekim ünlü Avusturyalı besteci Johann Strauss, yaptığı bazı besteleri Abdülmecid' e sunmuş ve karşılığında yüklü bir miktar para gönderilmişti. Johann Strauss' un onun adına bir "Türk Marşı" bestelediğini biliyoruz. Sarayında İtalya' dan gelme alafranga müzik üstadları ve muzika takımı, hatta küçük bir tiyatro ve operet teşekkülü de bulunuyordu.

Resim sanatına da meraklıydı.İbrahim Efendi adlı ressama poz vererek portresini yaptırdığı gibi ondan resim dersleri de almıştır. Resimle bilfiil iştigal eden ilk padişah Abdülmecid' dir.

Sultan Abdülmecid, bir baloya giden ilk padişahtır. Bu balo İngiliz Sefarathanesinde gerçekleşmiştir. 

*** 31 yaşında Osmanlı tahtına oturan Sultan Abdülaziz' in Batı müziği tarzında bestelediği eserleri, Londra' yı ziyaretinde Kraliyet Orkestrası tarafından defalarca çalınmıştır. Ayrıca ünlü Alman besteci Richard Wagner' e Almanya' da Bayreuth Opera Binasını tamamlayabilmesi için para yardımında bulunmuştu.

Gerçek anlamda resim çizen ilk Osmanlı Sultanı Abdülaziz' dir. Boş zamanlarında resim yapardı. Zamanın İngiliz sanat dergilerinde Abdülaziz' in yeteneğini öven bazı yazılar çıkmış, çizgileri serbest, rahat, hareketli ve akıcı bulunmuştur. Desenlerinin 68 tanesi Polonya' daki müzelerde bulunmaktadır.

Aynı zamanda kendisini tasvir edilen ilk atlı heykeli C. F. Fuller adlı bir heykeltraşa yaptıran kişidir Abdülaziz.(1872) Saray ressamlığına tayin ettiği sanat otoriteleri tarafından Stanislaw Chlebowski' ye (1835-1883) Osmanlı tarihini konu alan tablolar yaptırdı.

Ünlü Rus Ressamı Ayvazovski' nin bugün çok değerli hale gelen İstanbul tablolarının yapılacağı yerleri bizzat tarif etmiştir. Aynı zamanda resim sanatımızın gelişmesine önemli katkılarda bulunmuş, ilk ressamlarımızdan Şeker Ahmed Paşa ile Süleyman Seyyid Bey' i Avrupa' ya göndererek orada tahsil görmelerini ve yetişmelerini sağlamıştır.

Ayrıca kendisi gezi amacıyla yurt dışına çıkan ilk padişahtır. Paris' te Dünya Sergisi' nin şeref misafiri olmuştu. İngiltere' de Buckingham Sarayı' nın büyük salonunda Kraliçe Victoria tarafından karşılandı. Şerefine gösteriler düzenlendi. En ilginci de, Londra' dan ayrılmadan önce Belediye Başkanı' na şehirdeki yoksullara dağıtılmak üzere 2 bin İngiliz altını bağışta bulunmuş olmasıdır.

*** 31 Mart' ın ardından Meclis-i Milli tarafından padişah seçilen Sultan Reşad' a "Mehmed" unvanı İttihatçılar tarafından verilmişti, çünkü Fatih Sultan Mehmed gibi uğurlu bir başlangıç yapmak istiyorlardı. Tam bir Meşrutiyet padişahı olan Sultan Reşad, siyasete fazla karışmamıştı; karışmasını isteyenlere de "O zaman ağabeyimin suçu neydi de tahttan indirdiniz?" diye çıkışırdı.

Osmanlı padişahları içinde tahtta bulunduğu sırada ameliyat edilen ilk ve tek padişah Sultan Mehmed Reşad' dır. 24 Haziran 1915 günü Yıldız Sarayı' nda yapılan ameliyatla böbreklerinden taş alınmıştır. Bu ameliyatı yapması için Almanya' dan James Israel adlı bir profesör getirtilmiş ve ameliyatı başarıyla gerçekleştirdiği için kendisine birinci rütbeden Osmanlı Nişan-ı Alisi takdim edilmişti.

Sultan Reşad' ın bir başka özelliği de İstanbul' da ölen ve İstanbul' a gömülen son padişah olmasıdır. İstanbul' da doğan ve İstanbul' da ölen ilk padişah ise II. Selim' di.

*** Hain mi yoksa kahraman mı? diye hala tartıştığımız Vahdettin devletin en zor zamanında padişah olmuştu. Mabeyn Başkatibi Ali Fuat Türkgeldi' nin anlattığına göre cülus törenine giderken bastonunu Çengelköy' deki köşkünde unuttuğunu anlayınca "Bu bir felaket! " demiştir. Sonradan Topkapı Sarayı' na adım atarken söylediği bu ilk söz yüzünden saltanatı da felaketle geçti, yorumu yapılmıştır. İyi ve kaliteli giyinmesiyle tanınmıştı.

Kaynak: Mustafa Armağan, Osmanlı'nın Mahrem Tarihi - Bilinmeyen Yönleriyle Osmanlı Padişahları. Ketebe Yayınları.


Merak edip bu uzun yazıyı okuduğunuz için teşekkür ederim. Umarım, Osmanlı padişahlarının bilinmeyen yönlerini tanımanıza katkısı olmuştur yazımın.