22 Eylül 2016 Perşembe




MASALSI GÖLLER
(Bana Göre Dünyanın En Güzel Sekiz Gölü)


Oldum olası gölleri çok severim. Göllerin oluşum şekilleri farklı farklı olsa da, bu farklılık onları eşsiz kılar. Göller, deniz ve okyanuslar gibi engin değildir, onlar gibi birçok ülkeyi, şehri, kasabayı ve köyleri çevrelemezler, lokaldirler, bağımsızdırlar ve bulundukları coğrafyada inci tanesi gibi parıldarlar. Küçük olsun büyük olsun nerede bir göl görsem içim huzurla dolar; şöyle kıyısında oturup dalarım uzaklara, tabii ki gölün sularına değil, düşüncelere.. Kendimle baş başa kaldığım ender anlardan biridir bu demler. Dinlerim rüzgarın getirdiği hafif esintideki Lamartin' in dizelerini:

Birden şu yeryüzünün bilmediği bir nefes
Büyülenmiş sahilin yankısıyla inledi.
Sular kulak kesildi, o hayran olduğum ses
Şu sözleri söyledi:

"Zaman, dur artık geçme, bahtiyar saatler siz,
Akmaz olunuz artık!
En güzel günümüzün tadalım o süreksiz
Hazlarını azıcık!"
...................
Ey göl! dilsiz kayalar! mağaralar! kuytu orman!
Siz ki zaman esirger, tazeler havasını,
Ne olur, ey tabiat, o günlerin saklasan
Bari hatırasını!

Kıyısına vuran dalgalarının gücü, büyüklüğü kadardır gölün. Bu nedenle haddini bilir, barışçıldır ve yıkıp geçmez çevresindekileri. Dalgalarının  sesini dinlemek, kedi mırıltısı gibi sakinleştirir insanı, içini sevinçle doldurur  ve ruhunu arındırır adeta. Göl sevgimi uzun uzadıya, bıkmadan anlatabilirim, yazabilirim ama okuyucu bıkabilir endişesiyle kısa kesip kimisini görüp, kıyısında oturduğum, çevresini turladığım, kimisini ise belgeselde izleyip hayran olduğum sekiz gölün tanıtımına geçiyorum. İlk sırada görmekten hiçbir zaman bıkmayacağım Abant Gölü var.  Son sırada ise gönlümün ve kalbimin kraliçesi, yine Türkiye' den bir göl var. Adı mı? Sona bakmanız gerek..

1-ABANT GÖLÜ / Bolu / Türkiye

Abant Gölü, bir heyelan set gölüdür. 1350 metre rakımda, Abant Dağları üzerinde bulunan tabii bir göldür.










2-HALLSTATTER GÖLÜ / Hallsttat Köyü / Avusturya

Avusturya' da bir bölge olan Yukarı Avusturya' da Salzkammergut' da bulunan Hallsttat köyü ve Alp Dağları arasında yer almaktadır. Köy ve gölün manzarası dillere destan güzelliktedir.








3-BLED GÖLÜ / Slovenya

Bled gölü, Ljubljana merkezine 55-60 kilometre uzaklıkta, Avusturya sınırına yakın bir bölgede yer alıyor. Bu gölün ortasındaki ada zamanında imparatorların ve Mareşal Tito' nun yazlık mekanıymış.









4-COMO GÖLÜ / İtalya


Como gölü, İtalya' nın kuzeyinde Lombardiya bölgesinde bulunan buzul kökenli bir göl olup, lades kemiği şeklindedir.






5- MONDSEE (AYGÖLÜ)  / Salzburg / Avusturya

Salzburg, tuz madeni ve Mozart' la anılsa da Avusturya' nın göller bölgesi (Seeland) olarak da ünlüdür. Alp Dağları' nın o muhteşem manzarasına eşlik eden Wallersee, Ebensee ve Mondsee' yi görme şansım oldu. Göllerin ve çevresinin güzelliğini anlatmak için kelimeler yetersiz kalır. Görmek ve yaşamak gerekir.










6- MORAİNE GÖLÜ / Kanada


Moraine Gölü Alberta, Kanada' daki Banff Milli Parkı' nda, buzullarla beslenen bir göldür. 










7- KELİMUTU KRATER GÖLÜ / Endonezya

Endonezya' da bulunan Kelimutu yanardağının tepesinde her biri farklı renkte olan üç krater gölü vardır. Göller mevsimine göre mavi, yeşil, kırmızı,siyah, kahverengi ve beyaz renklere bürünür. Her biri farklı sıcaklıktaki bu göllerin kimyasal yapıları da farklıdır.












8- KARAGÖL / Şavşat / Artvin / Türkiye

Sahara Milli Parkı içerisinde yer alan Şavşat Karagöl, rotasyonel olarak kayan kütlenin gerisindeki çanakta biriken suların meydana getirdiği bir heyelan gölüdür. Göl çevresi ladin ve çamların meydana getirdiği yoğun orman dokusuyla kaplıdır. Bu ormanlarla çevrili Karagöl' ün manzarasını seyretmek doyumsuz güzelliktedir.










Not: Tüm fotoğraflar Google görseller' den alınmıştır.
 

Ve yukarıda birkaç dizesine yer verdiğim Alphonse De Lamartine' nin "Göl" şiirinin tümünü okumak için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız. İnanın, okuyacağınız en güzel göl şiirlerinden biri olacaktır.

http://www.antoloji.com/gol-3-siiri/



19 Eylül 2016 Pazartesi




İNSAN NEDEN ÜNLÜ OLMAK İSTER?


Çevresindeki tüm gözleri üzerinde toplayan ünlü birini görüp te bakmayanınız var mıdır? Sanırım yoktur. İster istemez kafalar çevrilir ve o ünlü kimmiş diye duyulan merak giderilir. Ya o ünlünün yerinde olmak isteyen kaç kişi vardır dersiniz? Hemen hemen herkes. Takdir edilmek ve saygı görmek arzusu insan doğasında vardır çünkü. Bugün gelinen noktada, herkes ünlü olma potansiyeline sahiptir. Gelişmiş iletişim teknolojileri, internet, sosyal ağlar ve Youtube sayesinde kısa süreli de olsa herkes ünlü olabilir pekala. İyi de, insan neden ünlü olmak ister? İşte bu sorunun cevabını araştırıp yazdım. 

Şöhret arzusunun özünde, dokunaklı, kırılgan ve basit bir isteğin; iyi muamele görmeye duyulan özlemin yattığını ifade eden Alain de Botton, devamında şöyle diyor:

"Her türlü ikincil dürtü para, lüks, cinsellik ya da iktidar isteği tarafından tatmin edilebilir; ama şöhret arzusunu esas tetikleyen saygı görme isteğidir. 

Eğer ünlü olmak ve ünlü kalmak için ömür boyu gayret gösterilmesine yeterli bir neden gibi görünmüyorsa bu, şöhretin tam tersinin neden olduğu olumsuz uyaranı, yani aşağılanma duygusunu asla yabana atmamalıyız. Sırf görmezden gelinmenin, hor görülmenin, bir köşede yalnız bırakılmanın, sıranın sonuna gitmemizin buyrulmasının, insan yerine konmamanın ya da birkaç hafta sonra yeniden aramamızın söylenmesinin neden olduğu keskin acı yüzünden de can havliyle ünlü olmayı arzuluyor olabiliriz. Ünlü olma isteği, olağanüstü önlemler almadığımız takdirde çok büyük ihtimalle asla saygı göremeyeceğimiz bir dünyada itibar görmeyi sağlama girişimidir. Kanunlar karşısında ya da oy verirken hepimiz eşit olabiliriz; ama çalıştığımız yerde, sosyal hayatımızda ya da devlet veya ticaretin bürokrasisinin çarkları arasında bize itibar gösterileceğinin garantisi yoktur. Bilhassa büyük şehirlerde, yani sıradan olana son derece kaba davranılan, hayatın, engin gökyüzünün ve uçsuz bucaksız ufuk çizgisinin olumlu etkileri olmaksızın dümdüz yaşandığı; saygının nadir bulunduğu, çıkarla bire bir orantılı olduğu ve duyarsızlığın norm haline geldiği yerlerde bu böyledir. Hayatını nasıl kazandığına ilişkin o kaçınılmaz soruya şıp diye verebileceği hazır ve etkileyici bir yanıtı olmayanlar Manhattan ya da Los Angeles gibi yerlere hiç ayak basmasa iyi olur." (s:176-177)

New York Times' tan alıntılanan radikal.com.tr' de yayımlanan bir yazıda, şöhret arama davranışı ve şöhret güdüsünün, toplum tarafından kabul edilme ve güvene sahip olma arzusundan kaynaklandığından söz edilerek yazının devamında şöyle deniliyor:

İnsanlardaki şöhret arama davranışı, ünün vaat ettiği toplum tarafından kabul edilme ve güvene sahip olma arzusunda yatıyor. "The Fame Motive" (Şöhret Güdüsü) adlı kitabın yazarı psikolog Orville Gilbert Brim, "Şöhret güdüsü asla ölmüyor" diyor. "Bu hayatta başaramadığımızı fark edince başka yöntem buluyoruz: Ölümden sonra gelen şöhret!" Brim' e göre bu tür şöhret, ortaçağ toplumlarındaki ölümden sonra yaşam inancı kadar kuvvetli

"Sosyal üstünlük" dürtüsü, şöhret sahibi olması imkansız, hatta bunu arzu etmeyen insanlar arasında bile yaygın. Örnek mi? Chicago Üniversitesi' nden antropolog Richard A. Shweder, Hindu köylerindeki dullardan sürekli yas tutmalarının, giyim, yemek ve hayat tarzlarında da çok sade olmalarının beklendiğini anlatıyor. Shweder, kadınların bu kısıtlı davranışlarla olsa bile, daha ayrıcalıklı bir pozisyona yerleştirildiklerini söylüyor. Almanya ve Çin' de yapılan anketlere göre, katılımcıların yüzde 30' u günde en az bir kez ünlü olma hayali kuruyor. Ancak bu hayalperestlerin sadece küçük bir kısmı öncelikli hedefinin ünlü olmak olduğunu söylüyor. Şöhret güdüsünün bir nedeninin de, bilinçaltında yatan ölümsüzlük isteği olabileceği söyleniyor. Arizona Üniversitesi' nden psikolog Jeffrey Greenberg, "Günümüzdeki kötü gidişattan korunmaya ve kaderi ölüm olan maddi varlıklardan fazlası olduğumuzu hissetmeye ihtiyacımız var. Bunu da kendimizi bu anlamlı dünyaya bir şeyler katan değerli varlıklar gibi görmekle başarıyoruz. Ne kadar çok kişi değerimizi onaylarsa kendimizi o kadar özel ve güvenli hissediyoruz" diyor.

Ünlü olmak isteyip te bunu başaramayanlar açığı nasıl kapatıyorlar? Dr. Brim,bu cazip ve bilinmeyen insanlık durumuna ulaşmak için yoğun arzu duyan, ama ünlü olmayı başaramayan yaşlı insanlar üzerinde de düşünmüş. "Sonunda başka kabul görme yolu bulduklarına karar verdim. Şanslıysanız büyük bir aşk veya belki derin bir Tanrı inancı. Fakat pek çok insanın ünlü olamayacağı ve bu konuda yapabileceği hiçbir şey olmadığı gerçeği yüzünden acı çektiğini düşünüyorum" diyor. 

Şöhret, ünlülerin diğerlerinden takdir ve saygı görmesini sağlasa da öte yandan herkes şöhrete eşit ölçüde bir şiddetle ihtiyaç duymaz diyor Alain de Botton ve şöhret arzusunun genellikle hem insanın nasıl bir çocukluk geçirdiğiyle hem de nasıl bir toplum içinde yaşadığıyla ilişkilidir diye de ekliyor ve devam ediyor:

"ŞÖHRET OLMA ARZUSUNUN şiddeti insanın içinde yaşadığı toplumun yapısına da bağlıdır. İtibar ve iyi muamele ne kadar az kişiye gösteriliyorsa, sıradan biri olmaktan kaçınma arzusu o kadar kuvvetli olacaktır. 'Şöhret kültürü' nün suçunu haksız yere gençlerin ahlaksızlığına atanlar işte bu yüzden yanılırlar. Şöhret kültürünün esas nedeni kendini beğenmiş bir yüzeysellik değil, iyi muamele görmemiş olmaktır. Herkesin ünlü olmak istediği bir toplum, sıradan olmanın, özünde (genel anlamıyla) politik olan muhtelif nedenlerden dolayı, insanın doğal itibar görme arzusunu tatmin edebilecek seviyede saygıyı temin edemediği bir toplumdur. 

Modern dünyanın bu kadar şöhret takıntılı olmasının nedeni yüzeysel bir çağda değil iyi muamele görmediğimiz bir çağda yaşamamızdır. Şöhret artık başka bir hedefe ulaşmanın aracı haline gelmiştir. Normalde daha farklı, daha az şöhrete bağımlı yollarla (dergi kapaklarından ziyade iyi muameleyle) elde edilebilecek türden bir saygının en kısa yoldan kazanılmasını sağlayan bir araçtır artık.

Ünlü olma dürtüsünün azalmasını istiyorsak, işe ünlülerle ilgili haberlere karşı çıkarak ya da onları sansürlemeye çalışarak başlayamayız; yapmamız gereken iyi muamelenin, sabrın ve ilginin bilhassa gençlere daha çok gösterilmesini sağlayacak yollar bulmaktır." (s:179-180)

KAYNAKLAR:
Alain de Botton - Haberler (Bir Kullanma Kılavuzu)
www.radikal.com.tr/haber






4 Eylül 2016 Pazar




KİTAP YAKMANIN  TARİHİ 





Egemen sınıflar tarihleri boyunca ve günümüzün "modern" dünyasında nedense kitaplardan hep korkmuşlardır. Bu korku nedeniyle de kitapların ve yazarlarının başına gelmeyen kalmamıştır. "Kitaplar beynin çocuklarıdır." demiş Jonathan Swift. Acaba, çocukları olmayan beyinler mi kitap düşmanlığı yapıyor ve onları imha ederek bu çocuklardan kurtulabileceklerini sanıyorlar? Bu sorunun cevabı evet ise yazık! Çünkü kitap yakanlar ve imha edenlerin isimleri  "lanet" le anılırken, kitaplar ve kitaplardaki düşünceler varlığını sürdürmekte devam ediyor bugün de.

Okuyanlar bilirler; kitap ve kütüphane yakmanın da bir tarihi olduğunu. Ve konuyla ilgili ilk akla gelenler ve çok bilinenler  şunlardır:
Büyük İskender'in İran' ı işgal ettiğinde  yaptığı işlerden birinin Persepolis Kütüphanesi'ni (M.Ö. 330) ateşe vermek olduğu,
İskenderiye/Mısır Kütüphanesi' nin (M.S. 490) Romalılar tarafından yakıldığı,
Bağdat Kütüphanesi' nin (13. Yüzyıl), Moğollar tarafından yakılıp, yıkıldığı,
Ve 10 Mayıs 1933' te, Hitler' in emriyle üniversite meydanlarında Nazi düşmanı olarak görülen Sosyalist, Pasifist ve Yahudi yazarlara ait 20 bin kitabın yakıldığıdır.

Kitapları yakılanlardan biri olan Alman şair Heinrich Heine, bu olayın gerçekleşmesinden yıllar önce (1821)  şöyle demiş: "Bugün kitap yakanlar, yarın insan yakar." Ve gerçekten de bu sözden bir yüz yıl sonra Naziler, Yahudileri fırınlarda yakmıştır. İşte bu olayların anısına, Mischa Ulmann tarafından Berlin' deki kitapların yakıldığı meydanın ortasında yerde Batık Kütüphane (Versunkene Bibliothek) adı verilen anıt eser yapılmıştır. Anıtta, yaklaşık bir metrekarelik bir plexsiglass levhanın altında 20 bin kitabın sığabileceği kitap rafları vardır ama raflar yakılan kitapları hatırlatmak için boştur.





Tüm bu hatırlatmalardan sonra asıl konuya geçebilirim: Kökü yüzyıllar öncesine dayanan kitap yakma olayının Çin' de gerçekleşen ve bir ülkenin tarihinde korkunç bir olay ve iktidar sahibi bir zalimin kendisinden kat kat zalim bir danışmanın verdiği akla uyarak işlediği akıl almaz büyüklükteki bir cürümün yazılı olduğu Çin Tarihi' ne. Yazacağım bu tarihi olayı, okumakta olduğum Elias Canetti' nin "Körleşme" adlı kitabından aktaracağım sizlere. Bu olayı ilk kez okuduğumdan bana çok ilginç geldi; neden ve sonuçları bakımından. Bakalım size de ilginç gelecek mi?

"İsa' nın doğumundan 213 yıl önce, kendisine 'kutsal', 'yüce' gibi unvanları yakıştırmak cüretini göstermiş bir zalim despotun, Çin İmparatoru Shi-Hoang-Ti' nin buyruğu ile ülkede ne kadar kitap varsa yakıldı. Yalnızca hurafelere inanan bu mankafa katil, kurduğu zorbalık rejimine karşı direnenlerin güç kaynağı olan kitapların önemini kavrayamayacak kadar cahildi. Ama başbakanı Li-Si, tüm eğitimini kitaplara borçlu olan bu alçak dönek, verdiği bir dilekçe ile imparatorun böyle tüyler ürpertici bir önlem almasını sağlamıştı. Ayrıca yine imparatorun buyruğu ile Çin' in klasik, lirik ve tarihsel yapıtları hakkında konuşanların da ölüm cezasına çarptırılacakları bildirildi. Amaç, yazılı yapıtların yanı sıra sözlü geleneksel edebiyatı da ortadan kaldırmaktı. Yalnızca kitapların çok küçük bir bölümü bu el koyma işleminin dışında bırakıldı ki, bunların da nasıl yapıtlar olduğunu herhalde kolayca tahmin edebilirsiniz:Tıp bilimine, eczacılığa, falcılığa, tarıma ve ormancılığa ilişkin kitaplar, yani günlük yaşamın konularını içeren bir alay ıvır zıvır."

 Toplanan kitaplar yakıldı, kitap yığınlarından yükselen ateş göklere yükseldi. "Bu olaydan üç yıl sonra barbar imparatorun hak ettiği sonuca uğraması neye yaradı? Ölümü, yanan kitapların yerine gelmesini sağlamadı. Burada imparatorun ölümünden hemen sonra dönek Li-Si' nin ne olduğunu da söylemeden geçemeyeceğim. Yeni imparator, ne denli şeytani bir yaradılışa sahip olduğunu anladığından Li-Si' yi başbakanlık görevinden aldı. O güne dek aralıksız otuz yıl başbakan olarak kalmış olan Li-Si, elleri kolları bağlanarak hapse atıldı ve bin sopa yemeye mahkûm edildi. Sopaların bir teki bile esirgenmedi. Bu işkence onu işlediği suçları itiraf etmek zorunda bıraktı. Yüz binlerce kitabın yakılışının yanı sıra, daha başka birtakım iğrenç suçların da asıl sorumlusunun o olduğu anlaşıldı. Açıkladıklarını sonradan yadsımaya kalkıştıysa da, bu bir yarar sağlamadı. Li-Si, Hien-Yang kentinin pazar meydanında, daha çok acı çekerek ölmesi için, boydan boya ve ağır ağır testereyle kesildi.Bu kana susamış canavarın ölmezden önce en son düşündükleri avlanmaya ilişkindi. Ayrıca gözyaşı dökmekten de utanmadı. Oğullarından, henüz yedi günlük olan torununun torununa dek bütün ailesi, kadın erkek ayrımı yapılmaksızın öldürüldü. Şu farkla ki, asıl çarptırılmaları gereken ceza olan yakılmak yerine kafaları kılıçla uçuruldu. Aile kurumuna, atalarına ve ölmüşlerin anılarına en büyük saygının gösterildiği ülke olan Çin' de kitlelerin katili Li-Si' nin anısını koruyacak tek bir aile bırakılmadı; testere ile ikiye bölünen bu alçağın adı, yalnızca yok etmek istediği tarihin sayfalarında yaşadı." (Sayfa: 121-122 a.g.e.)

Yakarak, yıkarak kitapları ve kütüphaneleri yok edebilirsiniz. Ya onların içindeki fikir ve düşünceleri nasıl yok edeceksiniz? 




Fotoğraflar alıntıdır.