17 Mayıs 2016 Salı




"EN KÖTÜ KARAR KARARSIZLIKTAN İYİDİR" DERLER YA, "KARARSIZ KASIM" OLMAYIN , AMA ACELE KARAR DA VERMEYİN!





Yaşadığımız her gün, hemen hemen her an bir karar vermek zorunda kalırız. Sabah kalkarız; ne yesem, ne giysem, saçımı nasıl tarasam, işyerinde bana kötü davranan müdürümle nasıl konuşsam, akşam eve giderken ne alsam, çocuğuma kızmıştım, nasıl gönlünü yapsam vb. gibi sorularımız "ne, nasıl" la başladığında bir karar vermek zorunda kalırız. Yani insan kendisi için karar verir, başkaları için değil. Bu nedenle de karar verme, ve verdiği kararın sonuçlarına katlanma  kendi sorumluluğundadır. 

Tabii ki, verdiğimiz ya da vereceğimiz bir karar, geçmiş bir davranış ve gelecekle ilgili sonuçları yansıttığından çeşitli aşamalardan oluşan bir  süreç gerektirir. Ben burada o süreçlerden söz etmeyeceğim. Ancak, karar verme sürecini ussal düzenlemeler dışında bir takım nesnel ve öznel faktörlerin etkilediğinin altını çizerek, karar vermenin akılcı bir biçimde ve bilinçli bir seçim yapma süreci olduğunu belirtmek isterim. Karar, iki yoldan birini seçmemizdir ki, Anthony Robbins' in söylemiyle; "Kaderimiz karar anlarımızda biçimlenir." Kader ise bir şans oyunu değil, seçim sorunudur. Beklenecek değil, elde edilecek bir şeydir, diye ekler William J. Bryan.

Dilimizde hala kullanılan "Kararsız Kasım" deyimi 1970' li yıllarda TV' de yayınlanan bir banka reklamında oynayan Rüştü Asyalı' ya söylettirilmişti. Reklam iyi tutmuş olacak ki, karar vermede zorluk çekenlere "Kararsız Kasım" denilmektedir, bugün de. Sloganı yaratan reklamcıyı kutlamak gerek, dilimize katkısından dolayı. Kararsızlık zamanımızı çalan hırsızdır, demiş bir düşünür. Hırsızı yakalamak bizim elimizde, bir karar vererek. Çünkü kararsızlık insanı yıpratır, huzursuz eder,  fasit bir daire içinde dönüp durmasına neden olur ve bir türlü çemberi kırarak dışarı çıkamayan biri haline dönüştürür insanı. Bunun için demişler; en kötü karar, kararsızlıktan iyidir, diye. Şöyle ya da böyle bir seçim yapmak zorunda kalabiliriz. Ama illa bir karar vereceğiz, diye acele kararlar almamaya da dikkat etmeliyiz. Böyle anlarda aklıma gelen ve kararlarımı yeniden gözden geçirmeme neden olan Lao Tzu' n güzel bir hikayesi var. Hikayenin adı:  Yaşlı Adam ve Beyaz Atı. Bu hikayeden belki sizin kararlarınız da etkilenir. Kim bilir?

Köyün birinde bir yaşlı adam varmış. Çok fakirmiş ama kral bile onu kıskanırmış. Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki, Kral bu at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış . "Bu at, bir at değil benim için; bir dost, insan dostunu satar mı?" dermiş hep. Bir sabah kalkmışlar ki, at yok. Köylü ihtiyarın başına toplanmış: "Seni ihtiyar bunak, bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın." demişler. İhtiyar: "Karar vermek için acele etmeyin" demiş. "Sadece at kayıp" deyin, çünkü gerçek bu. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı? Bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez.

Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler. Aradan 15 gün geçmeden at, bir gece ansızın dönmüş. Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine. Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş. Bunu gören köylüler toplanıp ihtiyardan özür dilemişler. Babalık demişler, sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil, adeta bir devlet kuşu oldu senin için, şimdi bir at sürün var.

"Karar vermek için gene acele ediyorsunuz" demiş ihtiyar. "Sadece atın geri döndüğünü söyleyin.Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç.

Köylüler bu defa ihtiyarla dalga geçmemişler ama içlerinden "Bu adamın akli dengesi yerinde değil" diye alay etmişler. Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul, şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara. "Bu atlar yüzünden tek oğlın, bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başka kimsen de yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın" demişler. 

İhtiyar "Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz" diye cevap vermiş. "O kadar acele etmeyin, oğlum bacağını kırdı, gerçek bu, ötesi sizin verdiğiniz karar. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size bildirilmez."

Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere almış. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkan yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini, ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş. Köylüler, gene ihtiyara gelmişler. "Gene haklı olduğun kanıtlandı" demişler. "Oğlunun bacağı kırık ama, hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler belki asla geri dönmeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer."

"Siz erken karar vermeye devam edin" demiş, ihtiyar, "oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var, benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde. Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu sadece Allah bilir. "
"Acele karar vermeyin. Hayatın küçük bir dilimine bakıp, tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar; aklın durması halidir. Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur. Buna rağmen akıl, insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar. Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken, yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, başkası açılır. Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz."
(Lao Tzu) Bu öykü, dergi.aktiffelsefe.org adlı web sitesinden alınmıştır.)


Görsel: www.thehiphopchronicle.com







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder