14 Kasım 2023 Salı

 



CUMHURİYETİMİZİN 100. YILINDA DOĞA YÜRÜYÜŞÜM

"Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır." 

Mustafa Kemal ATATÜRK



Ne kadar şanslıyım ki, Mustafa Kemal Atatürk'ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti'nin 100. yılına tanıklık edebildim. Ulusça 29 Ekim 1923'te kurulan Cumhuriyetimizin 100. yaşını kutluyoruz. Bazı yöneticilerin "bu en büyük bayramın" sanki  sıradan bir bayrammış gibi  yaptıkları açıklamalara ve alternatif tarih oluşturma çabalarına  rağmen, halkımız cumhuriyete sahip çıkmıştır. Halkımızın kendi olanaklarıyla 100. yıl kutlamalarını coşkuyla yapması ve kutlamalara yüzbinlerin katılması, Anıtkabir'e milyonların akması çok sevindirici ve gelecek için umut vericidir... Türk milleti cumhuriyete sahip çıkmakla, ATA'sına da sahip çıkmış, O'na bağlılığını göstermiş ve emanetini ilelebet yaşatacağını tüm dünyaya olduğu gibi dosta-düşmana da göstermiştir. Yıllar yılı kamu kurum ve kurumlarınca yapılan ve desteklenen Cumhuriyet Bayramı kutlamalarını bu kez -100. yılda- halkımız üstlenmiş ve tarihe geçecek ve asla unutulmayacak coşku ve şenliklerle kutlamıştır. Dahası hafta boyunca kutlamaya devam etmektedir. Kısacası cumhur, Cumhuriyete sahip çıkmakla, aslında kendi özüne ve de kendi kendini yönetme iradesine sahip çıkmıştır... Bundan daha büyük ve daha anlamlı bir şey olabilir mi? Sağol, varol TÜRKİYE'M...Kalbimiz senin aşkınla dolu. Ve diyoruz ki hep bir ağızdan; Başka bir aşk istemez / Aşkınla çarpar kalbimiz / Ey vatan gözyaşların dinsin, yetiştik çünkü biz..

Atatürk'e ve silah arkadaşlarına sevgi, saygı ve minnet duyan her Türk vatandaşının yaptığı gibi ben de 29 Ekim Cumhuriyet bayramlarını şevk ve coşkuyla kutladım. Kutluyorum ve yaşadığım sürece de kutlayacağım. Bu bireysel kutlamalarımdan biri, 29 Ekim 2019'da yapmış olduğum "Atatürk ve İstiklal Yolu" yürüyüşümdür. Milletimizin istiklaline giden bu yolu yürüdüğüm için gururluyum. Neden gururluyum? İşte cevabı: Kurtuluş Savaşı'nda; işgal ordularının el koyduğu Osmanlı silah ve cephanesi İstanbul'dan kaçırılarak güç koşullarda tekne ve takalarla İnebolu'ya getirilmiş, kayıklarla sahile boşaltılmıştır. İnebolu Limanı güvenlidir, çünkü Karadeniz Bölgesi işgal edilmemiştir. 23 Nisan 1920'de Ankara'da kurulan T.B.M.M. ve Ankara Hükümeti'nin düşmanla savaşmak için silah ve cephaneye ihtiyacı vardır. İşte bu silah ve cephaneler İnebolu sahiline boşaltıldıktan sonra elden ele, yaşlı, genç, çocuk-kadın demeden omuzlarda ve kağnılarla, İnebolu-Küre-Seydiler-Kastamonu yolu ile bağımsızlık savaşı veren Kuvay-i Milliye güçlerine Ankara'ya ulaştırılmıştır. İnebolu halkının gönüllü olarak yapmış olduğu bu hizmet üç yıl boyunca durmaksızın devam etmiştir. İnebolu'dan Ankara'ya uzanan bu zorlu yola, İstiklal Yolu denmesinin nedeni budur. Bu yolu yürüdüğüm için kendimle gurur duymam doğal değil mi?

Cumhuriyetimizin 100. yılını kutlamak üzere bu kez, Abant Gölü Milli Park'ı ve Samat Yaylası'na gitmek üzere kız kardeşimle beraber bir hiking grubuyla yola koyulduk. Abant'a 1940'larda yapılan eski İstanbul yolundan gittik. Dolayısıyla Beypazarı, Nallıhan/Davutoğlan Kuş Cenneti (fotoğraf çekimi ve müzeyi gezmek için mola verdik burada), Mudurnu üzerinden Çepni/Abant'a vardık. Çepni'den Samat Yaylası'na tırmandık ve yaklaşık 1700 metreye ulaştık. İnişten sonra Abant Dağları üzerinde oluşmuş bir krater ve birikinti gölü olan 1262 hektarlık alana sahip Abant Gölü çevresinde tur attık. Etraf çam, köknar, kayın, meşe, kestane, gürgen, kavak, yabanıl meyve ağaçlarından oluşan zengin bir bitki örtüsüyle çevriliydi. Ve en güzeli de lila renkli güz çiğdemlerinin oluşturduğu alanları görmekti. İlkbaharda bile bu kadar yoğun bir çiğdem tarlasıyla hiç karşılaşmamıştım. Güz çiğdemleri sanki cumhuriyetimizin 100. yıl kutlamalarının coşkusuna eşlik edercesine açıldıkça açılmışlardı...





Güz çiğdemlerinin güzelliğini hayranlıkla izlerken aklımda Mustafa Kemal Atatürk'ün şu sözleri vardı: "Ey yükselen yeni nesil! İstikbal sizsiniz. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve yaşatacak sizsiniz." Rahat uyu ATA'M. İnanıyorum ki, yükselen yeni nesil onlara bıraktığın cumhuriyetin kıymetini bilecek, onu yükseltecek ve yaşatacaktır...

CUMHURİYETİMİZİN 100. YILI KUTLU OLSUN...
















Fotoğrafların tümü tarafımdan çekilmiştir. İznim olmadan paylaşılamaz.



6 Kasım 2023 Pazartesi

 



KISACA ANTİK FİLİSTİN TARİHİ


Filistin (M.Ö. 1000 - M.S. 636)




Son bir aydır Dünya gündeminde İsrail-Filistin(Gazze) savaşı yer almakta. Binlerce  yıldır devam eden İsrail-Filistin çatışmaları, uluslararası platformda bir sonuca bağlanmazsa, daha uzun yıllar devam edecek gibi görünüyor. Filistin(Palestine) adı verilen bölge, nereden başlıyor, nerede son buluyor? Bu bölgenin ilk yerleşimcileri kimlerdi? Ve neden bu topraklar bir türlü paylaşılamıyor? İşte bu soruların cevabını verebilmek için kısa bir araştırma yaptım.

Antik Filistinliler ya da Filistler (Asurca Palastu veya Pilistu), M.Ö. XII. yüzyılda İsrailoğulları ile yaklaşık olarak aynı dönemde Filistin'e yerleşmiş ve bölgeye bugünkü ismini vermiş olan Ege kökenli halk. Kitabı Mukaddes'e göre Kaftor'dan (muhtemelen Girit) gelmişlerdir. Antik Mısır kayıtlarında bu halkın adı prst olarak geçer.(4)

Filistin adını, M.Ö. XII. yüzyılda Kavimler Göçü sırasında deniz yoluyla buraya gelen Filistler'den alır. Tarih öncesi devirlerden itibaren Filistin toprakları, Arap coğrafyası içinde sahip olduğu zengin doğası ve stratejik konumuyla ve üç büyük semavi dinin doğuşu nedeniyle barındırdığı kutsal yerler sebebiyle, dönem dönem istila ve fetihlere maruz kalmıştır. Dolayısıyla bölgenin sınırlarını çizmek kolay değildir. Bununla birlikte uzmanların üstünde görüş birliğine vardığı sınırları şöyle tanımlamak mümkün: "Filistin denen topraklar esas itibariyle, Suriye ile Mısır ve Akdeniz ile Şeria nehri arasında kalan topraklardır. Şeria nehrinin döküldüğü Ölüdeniz de (Lut gölü) Filistin'in doğu sınırına dahildir. Bu sınırlar içinde de Filistin toprakları coğrafi bakımdan Akdeniz kıyı şeridi, kuzeyden güneye doğru uzanan dağ silsilesinin bulunduğu ortadaki yayla bölümü ve en doğuda da Şeria vadisi olmak üzere üç parçaya ayrılır. Bu üç parçalı coğrafi ayırım hemen bütün kaynaklarca benimsenmiştir. Ortadaki dağlık kesim veya yüksek yaylalar kısmı, genellikle kuzeyden güneye olmak üzere dört kısma ayrılır."

Bölgede yapılan arkeolojik kazı ve araştırmalara göre ilk buluntular, günümüzden 14.000 yıl önce yaşanan Mesolitik Natuf kültürüne aittir. Neolitik çağın yerleşik toplum hayatına ait en eski kalıntılar ise M.Ö. 5000'lere tarihlenen Eriha'da (Jericho) bulunmuştur. Bu dönemden sonra bölge Arabistan dolaylarından gelen Sami kavimlerin işgaline uğramıştır. Bu toprakların adı bilinen ilk yerleşimcileri, Tevrat'a göre dünyanın en eski halkı olan  Arap tarihçileriyle ve bazı araştırmacılar tarafından Arapların atası olduğu kabul edilen Amalika kavmidir.

M.Ö. III. bin yılından itibaren yine Sami kavimlerinden olan Kenanlılar ve sahil kesiminde Fenikeliler, ardından Aramiler görülmeye başlar. Çeşitli bulgular, Kudüs şehrinin Kenanlıların bir kolu olan Yebüsiler'ce kurulduğunu göstermektedir; nitekim bazı eski metinlerde Kudüs'ün bir adı da Yebüs olarak geçer. Zaman zaman Mısır işgali altında kalan bölge, M.Ö. 1200'lerde meydana gelen  Kavimler Göçü sırasında "deniz kavimleri"nden Filistler bölgeye gelmiş ve bugünkü Gazze Şeridi ve civarında beş büyük şehir kurarak burayı yurt edinmişlerdir.

Bir başka kaynağa (worldhistory.org) göre; "Filistinler, Doğu Akdeniz sahilinin güney kıyı düzlüğü boyunca(tahminen bugünkü Tel Aviv'in güneyi) yerleşmişlerdir. Bronz Çağı sonunda genel olarak "Deniz Kavimleri" göçlerinin bir parçası olarak bu bölgeye gelmişler, beş ana şehir kurup yaşamışlardır. Asdod, Askelon, Ekron ve Gazze şehirleri. Tarihsel olarak, her ne kadar Filistinler özel olarak kıyı ovasıyla ilişkilendirilseler de, Klasik Çağlar'da "Filistia"(Filistin Ülkesi) tanımlaması daha genel olarak Doğu Akdeniz sahilinin tüm güney sınırını belirtmek için kullanılmıştır. Kısacası İngilizce'deki "Palestine" tanımlaması, sonuç itibarıyla "Filistia" teriminden türetilmiş olduğu anlaşılıyor."

Aynı kaynağa göre; "Tarihçi yazar Herodot'un M.Ö. 5. yüzyılda yazdığı eserinde Filistin terimini kullanmasının ardından diğer yazarlar da bu terimi benimsemiş ve bundan sonra bölgenin adı giderek artık "Kenan" yerine "Filistin" olmuştur."

TDV İslam Ansiklopedisi'nde yazdığına göre; "Filistler'in Akdeniz kıyılarına yerleştiği yıllara yakın bir tarihte ise Mısır yönetimi altındaki topraklarda yaşayan ve Firavun'un zulmünden kaçarak Hz. Musa'nın öncülüğünde arz-ı mevud'a doğru büyük bir göç başlatan İsrailoğulları geldiler. İsrailoğulları, tarihi kesin bir biçimde tesbit edilemeyen bu göç sırasında başta ezeli düşmanları ve bu toprakların ilk sahipleri Amalika olmak üzere çeşitli Sami kavimlerle ve Filistler'le savaştılar. Daha sonra bölgenin büyük kısmını ele geçirerek M.Ö. XI. yüzyılın sonlarında ilk İsrail devletini kurdular."

İlk İsrail Kralı Saul'ün (Talut) yerine tahta geçen Hz. Davud, Kudüs'ü fethederek bir saray yaptırdı ve burayı devletin başşehri haline getirdi. Otuz üç yıl Kudüs'te hüküm süren Hz. Davud zamanında başta bölgenin gerçek sahibi Amalika olmak üzere burada yaşayan bütün kavim ve kabileleri boyunduruk altına aldılar.

Kral Davut ve Kral Süleyman 

Unkown Artist (Public Domain)


Hz. Davud'un ardından gelen Hz. Süleyman'ın dönemi (M.Ö. 972-932) krallığın altın çağı oldu. Sınırların bugünkü Lübnan, Ürdün ve Suriye'nin bir kısmına kadar uzandığı bu devirde Hz. Süleyman, başta Mısır olmak üzere çevredeki devletlerle anlaşmaya vardıktan sonra Kudüs'te kendi adıyla anılan ilk Yahudi mabedinin (Süleyman Mabedi) yanı sıra savunma amaçlı çeşitli yapılar inşa ettirdi. Hz. Süleyman'ın ölümünden sonra birlik dağıldı ve devlet ikiye bölünerek Kuzeyde İsrail, Güneyde Yahuda krallıkları kuruldu. İsrail'in başşehri Samiriye(Samaria), Yahuda Krallığınınki Kudüs'tü (Jerusalem). Her iki devlet de uzun ömürlü olmadı. İsrail krallığı M.Ö. 721'de Asurlular, Yahuda krallığı da M.Ö. 586'da Babil hükümdarı Bahtunnasr (Nebukadnazar) tarafından yıkıldı.

Asur ve Babiller bu iki krallığı yıkmakla kalmayıp aynı zamanda burada yaşayan halklardan binlercesini Mezopotamya'ya sürmüşlerdir. İşte Tevrat'ın Yahudi kültüründe merkeze oturmasına neden olan tarihi olay "Babil Sürgünü" olarak anılan bu sürgünle başlar. Babil sürgünü, Yahudilerin Babil'de sürgünde kaldığı dönemdir ve yaklaşık 50 yıl sürmüştür.

Babil sürgünü, M.Ö. 586'da Babil Kralı Nebukadnazar'ın İsrail'i işgali ve son kral Zedekiah'ın tahttan indirmesiyle başlar ve M.Ö. 538'de Pers Kralı Kiros'un Babil'i İşgal etmesine kadar sürer. Kiros'un fermanıyla Yahudiler, İsrail'e dönüş hakkı kazanırlar. Ayrıca Kudüs'teki tapınağın ve kentin yeniden inşasına bu fermanla izin verilir. Ancak M.Ö. 538'de Babil'de bulunan tüm Yahudiler İsrail'e dönmezler. Bu tutum Yahudi diasporasının başlangıcı sayılır. Babil Talmud'u Mezopotamya'ya yerleşen Yahudiler tarafından hazırlanır. 

Esaret döneminin başlangıcı: Kenan'dan Babil'e sürülen Yahudiler

(1896, James Tissot)



Babil sürgünü döneminde Yahudi toplumsal hayatının yeniden düzenlenmesinde etkin rol oynayan bilgeler ve katipler (ferisiler, ezra, nehemya, ezekiel) ortaya çıkmıştır. Ve Tevrat, Yahudilerin hayatının merkezi olmuştur. Yahudi olmayanlarla ilişkileri düzenleyen sert ve katı önlemler alınması da bu sürgün döneminde gelişmiştir.

Büyük İskender'in, Pers krallığına son vermesinin ardından ve İskender'in  ölümünden sonra Mısır'daki Helenistik krallıklardan Ptolemaioslar ile Suriye'deki Selevkoslar bölgede egemenlik kurdular. Özellikle bu dönemde İbranilere karşı katı bir kültürel ve dini Helenleştirme uygulandığı görülür. Bunun üzerine çıkan büyük isyan sonucunda Selevkoslar Kudüs'ten atılarak Hasmonlu hanedanı kuruldu. Böylece 70 yıl kadar sürecek bağımsızlık sürecine girildi (M.Ö.164).

Filistin toprakları, M.Ö. 63'te Romalıların istilasına uğradı. M.S. 70'te Roma veliaht prensi Titus, Kudüs'ü tahrip ederek bütün zenginliklerini yağmaladı. 115-117'deki ikinci büyük ayaklanmadan sonra, 132-135 yılları arasında meydana gelen üçüncü ayaklanma Kudüs'ten tekrar sürülmeleriyle son buldu. Bu tarihten sonra Romalılar Kudüs'ü bir Roma şehri gibi yeniden imar ettiler ve adını Aelia (Ar. İliya) Capitolina koyarak Syria Palestina dedikleri Filistin'in başşehri yaptılar. Roma döneminde Filistin'in Nasıra kasabasında  doğan Hz. İsa'nın Hiristiyanlığı getirmesinden ve özellikle İmparator Konstantinos'un 312'de bu dini kabul etmesinden sonra Kudüs bir defa daha kutsallık kazandı.

395'te Roma İmparatorluğu'nun ikiye ayrılmasından sonra Bizans'ın payına düşen bölgede Hristiyanlık daha büyük bir hızla yayılmaya başladı ve Yahudiler'e karşı baskılar arttı. Bölge 611'de Sasanilerin istilasına uğradı. 614'te de Kudüs'te büyük bir katliam yapıldı. 629'da ise İmparator Herakleios tarafından Kudüs dahil bütün Filistin tekrar Bizans egemenliğine girdi. 

İslam Halifesi Hz. Ömer'in ordusunun Bizanslıları yenilgiye uğrattığı Yermük Savaşı'ndan (636) sonra Müslümanlar Filistin bölgesinde sağlam bir şekilde yer edindiler ve Kudüs'ü kuşattılar. Halkın Halife Hz. Ömer'den aman dilemesi üzerine, haraç ve cizye ödemeleri karşılığında Kudüs barış yoluyla alındı (637). Ve böylece Filistin'de İslami Dönem başladı. 

Filistin, Yavuz Sultan Selim zamanında Mercidabık Savaşı'ından(1516) sonra Osmanlı idaresine girdi. Kanuni Sultan Süleyman da  çevresiyle birlikte bölgenin fethini tamamladı. Böylece Kudüs'te ve Filistin topraklarında Osmanlı Dönemi başladı.

Filistin toprakları I. Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı yönetiminden çıktı. II. Dünya Savaşı sonrasında 1948 yılında Birleşmiş Milletlerin desteğiyle bu topraklarda İsrail Devleti kuruldu. İsrail Devleti, Antik Çağda olduğu gibi, günümüzde de tartışmalı ve  sıkıntılı olmaya devam ediyor. 21. yüzyıldayız ve halen Filistin-İsrail çatışması sürüyor. Taraflar arasında barış sağlanamazsa ya da iki devletli çözüm kabul edilmezse, çatışmalar sürgit devam edecek gibi görünüyor. Bölge stratejik bir öneme sahip olmasının yanı sıra Doğu Akdeniz ticaretinde de etkin rol oynamakta. Enerji kaynaklarına (kara altın/petrol) yakın bir bölge olması da cabası. Ne yazık ki,  bölgenin coğrafi konumu bu topraklarda çatışmayı hiç eksik etmiyor.


Bu Derlemeyi Yaparken Yararlandığım Kaynaklar: 

(Ayrıntılı bilgi için linki tıklayabilirsiniz)

1-https://islamansiklopedisi.org.tr/filistin

2-https://www.worldhistory.org/trans/tr/1-192/filistin/

3-eksiseyler.com/babil surgunu

4-tr.wikipedia.org

Görseller, yukarıda linki verilen kaynaklardan alındı.