22 Ağustos 2018 Çarşamba



YOK BÖYLE BİR AŞK; 
OKUYUNCA İNANAMAYACAKSINIZ!

Aşık olabilirsiniz ama kime aşık olacağınızı bilemezsiniz. Bazen aşkınız tek taraflı olur, karşılık bulamazsınız, acı çekersiniz ama yine de vaz geçemezsiniz. Bazen de aşkınız karşılık bulur, bulutların üstünde uçarsınız, yere inmek için acele etmezsiniz. Peki, ilk görüşte aşık olduğunuz kadının birkaç dakika sonra öleceğini bilseydiniz, ne yapardınız? İşte bugün anlatacağım "aşk" tarihte bir benzeri görülmemiş türden; ölümüne aşk.

Ölümüne aşk deme nedenim; bir cinayetin ardından, katil kadını,  ölüme giden yolda gören bir gencin ilk görüşte aşık olması ve onun ölümünün ardından kendisinin de öldürülmesi için elinden geleni ardına koymaması. Sonuç: Tek taraflı bir aşk ve üç ölüm. Merakınız uyandı değil mi?

Aşkı anlatmadan önce, bu aşkın oluşmasına neden olan  tarihi olayı anlatmalıyım. Fransız Devrimi'nin en kanlı günleri. Mecliste, kral yanlısı olan jirondenler ile "özgürlük, eşitlik, kardeşlik" taraftarı jakobenler arasındaki gerilim had safhadadır. Bu gerilim, Jakobenlerin önde gelen isimlerinden Jean-Paul Marat'ın yargılanmasıyla daha da artmıştır. Jirondenler tarafından suçlanan Marat, mahkemede beraat etmesinin ardından "Yüz bin kişinin kellesini istiyorum" diye bağıracaktır. Ne var ki, ilk akan kan kendi kanı olacak ve Marat, evinde banyo küvetinin içinde 24 yaşındaki Charlotte  Corday tarafından bıçaklanarak öldürülecektir; tarih 13 Temmuz 1793'ü göstermektedir. İdama mahkum edilen genç kadın savunmasında şunu söyler: "Yüz bin kişi yerine bir kişiyi öldürdüm."


Royal Museums of Fine Arts of Belgium (Marat'ın Ölümü - JacqueLouis David)
sanatabasla.com

"Jacques-Louis David, çok yakın arkadaşı olan Marat'yı ölümünden hemen önceki gün evinde ziyaret etmiştir. Kısa süre içinde ölüm haberini alan ressam, yakın arkadaşının ölümünü belgelemek ve onu ölümsüzleştirmek adına bu eseri yapmıştır.

Eserde Marat'ın bıçaklanmış biçimde bir küvette yattığı görülür. Marat, Devrim döneminde kraliyet polisinden kaçarken saklandığı kanalizasyonlardan bir çeşit deri hastalığı kapmıştır. Bu deri hastalığının belirtilerini yatıştırmak için evde günün çoğu kısmını onu rahatlatan bir su dolu küvetin içinde yazı işlerine devam ederek geçirmekte idi. Dolayısı ile resimde görülen su dolu küvet ve önündeki yazı amaçlı düzenlenmiş masa yazarın çalışmalarını sürdürdüğü ortamın betimlenmesidir."*

Marat'ın öldürülmesinden üç gün sonra; tarih 17 Temmuz 1793. Paris'te şimdi adı Concorde Meydanı olan Devrim Meydanı'na giden yollarda büyük bir kalabalık kaynaşıyordu ve o kalabalığın arasında hangi kadere doğru yürüdüğünü bilmeyen İsviçreli genç bir adam vardı.

O gün o saatte orada bulunması tamamen bir tesadüftü.

Adam de Lux (Wikipedia)

Adı, Adam de Lux'tü ve eğer o gün orada olmasaydı ne böyle bir acı çekecek ne de biz onun adını bilecektik.
Kalabalık dalgalandı bir an.
Uzaktan bir kağnı gözüktü.
Arabanın içinde, kırmızılar giymiş, parlak kestane rengi saçları ensesinden kesilmiş, biraz uzunca yüzünün solgunluğuyla tam bir tezat teşkil eden iri mağrur gözleri inancının ihtirasıyla parlayan genç bir kadın, elleri arkasından bağlı olarak ayakta duruyordu.

İki gün önce, yakalandığı bir cilt hastalığı nedeniyle hayatının büyük bir kısmını su dolu bir küvetin içinde geçiren Fransız Devrimi'nin ünlü liderlerinden Marat'yla, muhaliflerini ihbar edeceğini söyleyerek buluşmuş ve konuşurlarken koynundan çıkardığı bıçakla bu hastalıklı devrimciyi küvetinde kalbinden vurup öldürmüştü.
Yirmi dört yaşındaydı.

Charlotte Corday (wikipedia)

O sıcak temmuz günü giyotine götürülüyordu.
Biraz sonra gümüşi bıçak inecek ve başını kesecekti.
İsviçreli genç adam Corday'ın yüzünü gördü.
Daha önce onu hiç görmemişti, tanımıyordu, sesini bir kere bile duymamıştı.
Kalabalıklar biraz sonra öldürülecek olan Charlotte Corday'a baktıklarında devrimin liderlerinden birini öldürmüş bir kadın görüyorlardı.
Genç adam diğerlerinin görmediği bir şey gördü.
Onun ne gördüğünü hiç kimse bilmiyordu.
Arabanın yanında yürümeye başladı.
Corday'ın gözlerinin bağlanmasını, dizüstü çöktürülüp başının giyotinin yuvasına yerleştirilmesini ve bıçağın inişini seyretti.
O kısacık sürede sesini bile duymadığı bir kadına aşık olmuş ve o kadını sonsuza dek kaybetmişti.
Aniden aşık olduğu o kadına kavuşması mümkün değildi, ama belki daha da acıtıcı olanı, o kadınla ilgili hayal kurmasına imkan bulunmamasıydı.
Genç İsviçreli, idamı seyrettikten sonra gidip muhafızlara kendisinin devrime karşı olduğunu ve devrimden intikam alacağını söyledi.
Önce tam olarak ne yapmak istediğini kestiremediler, ama o kadar çok bağırıp çağırdı ki, tutuklamak zorunda kaldılar.
Mahkemeye çıkardılar.
Mahkemede de devrime olan düşmanlığını dile getirip giyotinle idam edilmek istediğini söyledi; sevdiği kadın gibi ölmek istiyordu; sanki bir an görüp kaybettiği kadına, eğer o kadınla aynı şekilde ölürse kavuşacağına inanıyordu.
Sonunda, biraz istemeye istemeye de olsa onu idama mahkum ettiler.
Bir sabah, gömleğinin yakasını ve ensesindeki saçlarını kesip bir kağnıya koydular.
Onun arabaya binişine tanıklık etmiş bir tarihçinin yazdığına göre, ölüm arabasına 'sevgilisiyle ilk buluşmasına giden bir delikanlı gibi' sevinçle ve arzuyla binmişti.
Giyotine gülümseyerek çıktı.
Bıçak indi.
O genç adam, bir yaz sabahı bir yüze rastlamıştı; o yüz bir şey söylemişti ona ve bu her neyse, bir daha onu duymayacağını düşünmeye bile tahammül edemediğinden başını istekle giyotine koymuştu.
O yüz onun kaderini değiştirdi. **





* www.sanatabasla.com
** Hikaye, Ahmet Altan'ın Kristal Denizaltı kitabından alındı.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder