27 Kasım 2022 Pazar

 


SARI ÇİÇEKLERİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ




Doğadaki ana renkler kırmızı, sarı ve mavidir. Bu üç renk doğanın renkleridir ve diğer renkler bu üç rengin karışmasıyla elde edilir. Doğada gözümüzün gördüğü her şeyde bir renk vardır. Öyle ki bu renkler ruhsal durumumuzu da etkiler. Ünlü ressam ve sanat kuramcısı Vasily Kandinsky; "Renk, ruhu doğrudan etkileyen bir güçtür" diyerek, renklerin tinsel yaşantımızdaki etkisine dikkat çeker. Analitik Psikolojinin kurucusu, İsviçreli Psikiyatr Carl Gustav Jung da "Renkler, insanın temel psişik işlevlerini ifade eder" der ve renklerin ruhsal durumumuzla ilgili işlevselliğinin altını çizer. Moraliniz mi bozuk, kendinizi kötü mü hissediyorsunuz, sevdiğiniz güzel ve canlı renkleri giymeyi deneyin. Sonuca inanamayacaksınız, kendimden biliyorum çünkü. Yani renk deyip geçmemek gerek, renkler hayat demektir! 

"En saf ve en düşünceli zihinler, rengi en çok sevenlerdir"* sözünü doğrularcasına, kendimi bildim bileli renklere karşı büyük bir hayranlığım vardır. Renksiz, siyah-beyaz bir dünyayı düşünemiyorum bile.. Onca yıldır yağmur, çamur, kar, tipi demeden doğa yürüyüşü yaparım. Bu yürüyüşlerde dikkatimi çeken şey şu oldu: hava koşulları nasıl olursa olsun, dört mevsim dağda, bayırda, çayırda gördüğüm çiçekler hep sarı renkli olanlardı. Kentte de durum değişmiyordu; kar altında bile sarı çiçekleri görmek mümkündü. 




Dağda, ovada ve kentte yapmış olduğum gözlemlerimle şu sonuca vardım: Sarı renkli çiçekler doğanın her türlü koşullarına dayanıklıydılar. Kah sert esen rüzgarlı dağ başlarında, kah yazın bunaltan sıcaklarıyla ovalarda, kah insanı canından bezdiren nemli bölgelerde, kah kar altında, kısacası kah orada, kah burada sarı renklerini fütursuzca sergiliyorlardı. 

Aslında doğada çok fazla sarı renkli çiçek bulunduğundan, sarı çiçekler pek ilgimi çekmiyordu.  Fazla olan/bulunan değerini kaybeder, ender bulunan, sıra dışı olan değer kazanır misali, her ölümlü gibi, ben de az bulunanın peşindeydim çünkü. Bazen uçurumun kenarında açan bir çiçeği fotoğraflamak için tehlikelere bile aldırmadığım oldu. Ama sarı çiçeklerin, "değişime ayak uydurup güçlü olanlar hayatta kalır" dercesine, sessizce bana verdikleri dersi iyi anladım ve onlara hayranlık duymaya başladım. Bu anlayışla da gördüğüm her bir sarı çiçeğe teşekkürlerimi sunarım hala. :)




Sarı çiçekleri gözlemlerken aklıma Vincent van Gogh'un adıyla özdeşleşen sarı rengi ve tablolarındaki günebakanları gelir nedense. Acaba derim kendi kendime; "Bipolar bozukluğu olan van Gogh, tablolarında yoğun olarak sarı rengi kullanarak ve sarı çiçekleri resmederek onlar gibi güçlü olmak istediğini mi anlatmaya çalışmış ya da ima etmişti?" Kim bilir?




Ve son olarak, 15. Yüzyılda Emir Sultan döneminde yaşayan Bursalı Aşık Yunus'un ilahisinde, varoluşa ilişkin tüm sorularını neden "sarı çiçeğe" sorduğu oldukça düşündürücü değil midir?

Sordum sarı çiçeğe

Anan, baban var mıdır?

Çiçek eydür derviş baba

Annem, babam topraktır.

İşte sıradan bir sarı çiçeğin bana düşündürdükleri bunlar oldu. Çiçekleri sadece güzel renkleri ve mis kokuları için değil, bana düşündürdükleri ve hayata dair verdikleri dersler için de çok seviyorum. Ve çiçeksiz bir dünya düşleyemiyorum...




Not: İngiliz fizikçi Newton, 1670 yılında, güneş ışığını elmas bir prizmadan geçirerek renkleri ayırt etmeyi başarmış ve böylece renk bilimi bir bilim dalı olarak kabul edilmiş.

* Söz John Ruskin'e aittir.

Tüm fotoğraflar tarafımdan çekilmiş olup, izinsiz kullanılamaz.

 




19 Kasım 2022 Cumartesi

 


RUS İMPARATORLUĞU'NUN SON ÇARI II.NİKOLAY VE AİLESİ NASIL VE NEREDE ÖLDÜRÜLDÜ?





Rusya'da 1917 yılında gerçekleşen Bolşevik İhtilali'yle çarlık yıkılmış, Çar II.Nikolay, 15 Mart 1917'de tahttan indirilmişti ama Sovyetler Birliği henüz kurulmamıştı. Ancak ülkenin idaresi geçici olarak kurulan Bolşevik hükümetinin eline geçmişti. İhtilalle birlikte yüzlerce yıldır Rusya'da hüküm süren Romanov hanedanı tahttan indirilmiş, Sibirya'da bulunan Yekaterinburg şehrindeki İpatiev Evi'nde zorunlu ikamete tabi tutulmuştu. Romanov ailesi 30 Nisan 1918'de İpatiev Evi'ne yerleştirildi. Hanedana ne yapılacağına sonra karar verilecekti. 

Adını 1723'te II.Yekaterina'dan alan, Ural Dağları'nın gölgesine yayılan Yekaterinburg, kurt ve ayı dolu sık ormanlarla çevriliydi ve başkentten çok uzaktaydı. Romanovların mahpus tutuldukları İpatiev Evi, kentin yerlilerince "Ölü Ruhlar Evi" olarak anılırdı. Oysa Kızıllar o kadar çok insan öldürmüş, cesetlerini Yekaterinburg dışındaki maden galerilerine, ormanda işaretsiz kitlesel mezarlara atmışlardı ki, halk Yekaterinburg'a "Ölü Ruhlar Kenti" adını takmıştı.

Tarihte hiçbir ev İpatiev Evi kadar kanla yıkanmamış ve bununla üne kavuşmamıştır. Bu nedenle evden kısaca bahsetmek gerek. İpatiev Evi, 1880 yılında Rusya'daki madencilik sektörünün önde gelen isimlerinden birisi olan İvan Redikortsev tarafından inşa ettirildi. Daha sonra ev, 1908 yılında Nikolai İpatiev isimli bir mühendis tarafından satın alındı ve onun adıyla anılmaya başlandı. Bolşevik İhtilali'nden sonra ise ev boşalttırılarak "özel amaçlı ev" olarak adlandırıldı. Ve gerçekten de özel bir amaç için kullanıldı.



Bolşevikler İpatiev Evi'ni gerçek anlamda bir hapishaneye dönüştürdüler. Evin çevresini yüksek çitlerle kapattılar, aile üyelerinin dışarıdan haber almamaları için sıkı güvenlik önlemleri aldılar. Perdeler sürekli kapalı tutulmak zorundaydı. Hanedan ailesinin günde sadece on beş dakikalığına bahçeye çıkmalarına izin vardı. Evin üst katında hanedan üyeleri(Devrik hükümdar II.Nikolay, eşi ve beş çocuğu), alt katta ise hanedanın yardımcıları( hizmetçileri, aşçıları ve doktorları) yaşıyordu.

1918 yılının Temmuz ayında, İpatiev Evi'nin idaresi Yakov Yurovsky adlı bir devrimciye teslim edildi. Aslında Yurovsky, Romanov hanedanın infazından sorumlu kişi olarak seçilmişti. Yurovsky 17 Temmuz 1918 gecesi evdeki tutsakları yataklarından kaldırdı ve en kısa sürede bir yolculuk için hazırlanmalarını istedi. Hanedan üyelerine Beyaz Ordu kuvvetlerinin şehre yaklaştığını, bu nedenle şehri terk etmeleri gerektiğini söyledi. Romanov hanedanı ile birlikte yardımcılarının da İpatiev Evi'nin bodrumunda toplanmalarını emretti. O ana kadar eski Çar II. Nikolay, birinci dereceden kuzeni olan, dönemin İngiltere Kralı V.George'un kendisini ve ailesini kurtarma girişiminde bulunacağını umut ediyordu. Toplandıkları bodrum katında onlara kısa bir konuşma yapan Yurovsky, şöyle der ve II.Nikolay'ın tüm umutlarını yıkar; "Akrabalarınız sizi kurtarmak için girişimde bulundu ancak bu girişimler sonuçsuz kaldı." Gerçekten de V.George, tutsak haldeki Romanovları kurtarmak için harekete geçmişse de daha sonra çeşitli nedenlerden dolayı hanedanın İngiltere'ye getirilmesinden vazgeçildi. 

Hanedan üyeleri ve beraberindekiler bodrum katında bekletiliyordu. II.Nikolay, eşi ve 14 yaşındaki kan hastalığı bulunan oğlu için birer sandalye istedi. Diğerleri ise ayakta bekliyordu. Daha sonra Yukovsky komutasında bir grup silahlı adam içeriye girdi. Hanedan üyeleri ve beraberindekiler Yukovsky komutasındaki infaz mangası tarafından kurşuna dizilerek öldürüldü. Böylece 304 yıl süren Romanov yönetimi sona erdi. Rus İmparatorluğu'nun son hükümdar ailesi, İpatiev Evi'nin bodrumunda hayata veda etti.

İnfazın ardından hanedan üyelerinin cesetleri ormanlık bir alana gömüldü. Mezarların yerleri yıllar boyunca Sovyetler Birliği tarafından sır olarak saklandı. Hanedan üyelerinin mezarları ancak 1991 yılında, Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra ortaya çıktı. Ancak bulunan cesetler arasında hanedanın en küçük kızı Anastasia'nın cesedi yoktu. Bu durum kızın infazdan kurtulduğuna dair birtakım iddiaların ortaya atılmasına neden olmuştu. Fakat ceset 2007 yılında diğer hanedan mensuplarının gömüldüğü ormanlık alanda bulundu. Romanov hanedanının 65 üyesinin hayatta kalan 47'si ise yurtdışına sürgüne gönderildi.

Anastasia adının, "dirilen" ya da "yeniden canlanan" anlamına gelmesi, talihin tuhaf bir cilvesi değil de nedir? Anastasia'nın infazdan kurtulduğuna dair çeşitli söylentiler olsa da bunlardan en ilgincinin öyküsünü yazmadan geçemeyeceğim. Öykü şöyle:

"1920 yılında Berlin'de bir kanaldan kurtarılan, kimliğini kanıtlayacak hiçbir belge gösteremeyen ve bir psikiyatri kliniğine yatırılan dengesiz bir kadındı Anna Anderson. Kim olduğunu söylememekte ısrar ediyordu ama Rus Çar ailesiyle ilgili o kadar mahrem bilgilere sahip görünüyordu ki, destekçileri Çar'ın küçük kızı, ailesinin katledilesinden kurtulan Anastasia olduğunu iddia ettiler." 

Anastasia'nın  bu öyküsü filmlere, bir Brodway müzikaline ve sayısız kitaba da esin kaynağı oldu. Anastasia'nın varlığıyla cevapladığından çok soru yaratan gizemli, büyüleyici bir kadın olduğu söylenir. O soruların hala geçerli olduğunu iddia edenler var. 

Tarihi infazın ardından ev yıllar boyunca farklı amaçlar için kullanıldı. Bazen bir üniversitenin yönetim binası haline getirildi, bazen de Sovyet sanat eserlerinin saklandığı bir depo olarak değerlendirildi. Bununla birlikte ev, yıllar içerisinde Romanov hanedanının hatırasını yaşatmak isteyen Ruslar için son derece önemli bir merkez haline geldi. 

İşte bu nedenle Komünist Parti evin herhangi bir tarihsel önemi olmadığını belirterek yıkılmasını emretti. Ve İpatiev Evi, 1977 yılında yerle bir edilerek yıkıldı. 2003 yılına gelindiğinde ise İpatiev Evi'nin arazisi üzerine "Kanlı Kilise" olarak da anılan bir kilise inşa edildi..



Kaynak:

- Glenn MEADE, ROMANOV KOMPLOSU. KIRMIZIKEDİ, 8.Basım.

-listelist.com